10 Aralık 2012 Pazartesi

Gitmek hiç bitmeyecek bir karar gibi gelmeye başladı bana, sanki insan hep gidecekmiş gibi.. Tıpkı hayat gibi..
Hayat biryerden başka bir yere giderken, kalmamız ne kadar olası..
Hep derler ya akışına bırak, zamana bırak..
Aslında akıp giden zamanken birşeyleri bırakmış olmuyoruz ne yazık ki..
Yeni gidişler arifesinde, yeni tükenişlerimle, yeni yollara adım atmak istiyorum, hayal kırıklıklarım en büyük deneyimlerim.
Aslında gitmek değil de zor olan, insanın ne yöne gideceğini iyi belirlemesi gerekiyor, bu sürekli gidiş hali içinde kaybolmamak için.
O zaman asıl mesele, ne istediğini belirlemekte gizli, sonrasında er yada geç varacağı noktaya ulaşıyor insan.
Gitmek bir eylem değil, bence hayata tutunmak, vazgeçmemek, çabalamak, yeni deneyimler edinmek, yeni keşifler, kitaplarca bilgi belki de..


15 Eylül 2012 Cumartesi

Ben ve tüm kopuşlar, vazgeçişler, kaçışlar..
İnsan dudaklarına kafasını sürten bi kediden kaçar mı?
Gözlerini patlatacak gözyaşlarını içine tıkmaya çalışırken, kendine küfreder mi?
Mantığı ile aldığı kararları kalbi kaldırmaz, kıvranır durur mu?
İnsan minnacık bir kedicikten kopabilmek için de, sevdiği adamdan kopabilmek için de hep aynı tepkileri mi verir.
Kaçış, kopmaya çalışmak, vazgeçmek için kendini cırmalamak!!!

Bunu bencillikten yapıyorum evet, ilerisini düşündüğümde yanında olamayacağım, sevemeyeceğim, koklayamayacağım, koruyamayacağım..

Tam da şu anı kaçırmak böyle birşey! Gelecek için şu andan vazgeçmek.
Peki tek gerçekliğim şu anken böyle birşey yapmak niye..

Bu da tam olarak benim çelişkim, kaosum belki de saçmalığım!!



26 Ağustos 2012 Pazar

halsiz haller: Benim bayramım seyranım mübarektir!

halsiz haller: Benim bayramım seyranım mübarektir!: Bayramlar başta olmak üzere tüm özel günler.. Nedense hayatımın erkekleri beni bir hatırlarlar bu nadide günlerde. Bir arayıp hal hatır sorm...

Benim bayramım seyranım mübarektir!

Bayramlar başta olmak üzere tüm özel günler.. Nedense hayatımın erkekleri beni bir hatırlarlar bu nadide günlerde. Bir arayıp hal hatır sormalar, kutlamalar, öpmeler, sülaleme kadar selamlar..
İyisiniz hoşsunuz da, ezberledim artık ben bu telefonları, altındaki anlamı bilirim. Bilirim ki namıdeğer "o" na gitmeden önce son yoklamalarınızdır bu telefonlar. Haydi gel benimle ol, uzanıp yıldızlardan, bakalım dünyadaki resmimize.. dersem gelecekmişsiniz gibi bir haliniz vardır ancak neticede yüz bulamayınca koşa koşa atarsınız kendinizi namıdeğer "o" nun kollarına..

Hepiniz ben senin bildiğin erkeklerden değilim naraları ile gelir, parmaklarınızın ucunda, hissettirmeden usulca gidersiniz ancak tam çıkarken köşede duran en sevdiğim vazoma gümbür gümbür yeri öptürürsünüz, sonuç paramparça..

Birazcık cesaretli olanlarınız tüh tüh vah vah benim için de kolay değil ayaklarına yatar.. diğerleriniz sen beni yanlış anladın arkadaşım edalarında topuklar..

Bunlara alıştık artık, ezberledik.. Kırılacak diye artık çıkıştaki tüm vazoları da kaldırdık.

Ama keşke o telefonu özlem hissettiğiniz ve yanımda olmaya, yanınızda olmama karar verdiğiniz bir zamanda etseniz.. Öyle bir telefon etseniz de..



18 Temmuz 2012 Çarşamba

may be..

Sen sana tutsak
Ben kendime..

Belki bilinmeyen bir masal şehrinde,
İkimiz için bir ev tasarlarsın..

Küçük, şirin, mutlu..

Sana anlam yüklüyorum,
Anlamlarımı gerçekleştir,
Masal kahramanım ol diyorum..

Belki bugün, belki yarın,
Bekliyorum.

http://www.youtube.com/watch?v=CI6UMlZrGVI

22 Haziran 2012 Cuma

herşey/ hiçbirşey

Aslında herşey ile hiçbirşey arasında incecik bir çizgi var. İnsan herşeyi istediğinde hiçbirşey elde edemezmiş. Deneyimle sabit..
Oysa bir zamanlar sadece müzik yapmak isteyen, kalbi dinlediği ezgilere göre ritm aksatan, tutku dolu biri..

İnsan kendinden nasıl da uzaklaşır.. Öyle uzaklaşır ki, kim olduğunu unutur.
Bir şarkı yapsam, kimse beğenmese de olur ben yapsam, ben sevsem ben söylesem durmak bilmeden, sesim kısılana kadar..

Keşke hayattan tüm beklentilerimi, düşlediğimde beni zamandan koparan, müziğe verseymişim. En azından uğradığım hayal kırıklığı tek olurdu. Herşey farklı olurdu belki diyeceğim ama.. Ne anlamsız bir cümledir o, herşey farklı olurdu.

Hayatın bu karmaşasına, kaosuna, çelişkilerine, seni sağa gösterip sola çakmalarına tadı tuzu şeklinde bakamıyorum ne yazık ki.. Ben tüm bunlara katlanamıyorum. Hangi birine yetişeceğimi şaşırdıklarım arasında, su gibi akıp giden bir zaman içinde beyhude bir mücadele benimki..

Birgün bir sihirli değnek değecek ve herşey yoluna girecek umudu ile de ne kadar gidebilir ki insan, hele ki, sihirli değneğin değiştirmesini istediklerini bile unutmuşken.

Hayat, düzen, toplum, aile, sevgili.. İnsanı kendinden uzaklaştıran olgular bunlar, olsun kendini anlayabilmek için bazen kendinden de uzaklaşmak gerek de.. Ya kaybolduysan?

Herşeyi istediğin ve herşeye sahip olmak istediğin için mücadele verdiğin zamanlarda, o herşeyin birden hiçbirşey olma durumu.. Benim çok sık başıma gelir. Sonuna kadar verdiğim mücadeleler elde ettiğim bana göre hiçliklerle ödüllendirilirken, hayat yolunda doğru bir yerde durduğumu ve gitmem gereken yere doğru adımladığımı hiç sanmıyorum. Durmak pes etmek demektir, pes etmemek için önüme gelen yollara gire çıka devam ediyorum.

İşte böyle, herşeyi isteyip, hepsi için çabalarken.. Gittiği yoldan oluyor insan, bir de bakıyor ki kocaman bir hiçliğin içinde debelenip duruyor!!!

Alın size yolların sonu..

30 Nisan 2012 Pazartesi

İnsanlar kaybettiiklerini düşündüklerinde paniklerler.. Aslında hepimiz kaybettiğimizi düşündüğümüzde panikle kendimizi savunma yada karşımızdakini daha sıkı tutma haline geçeriz.

İşte aşk böyle bir sıkı sıkı tutma halidir. Bazıları sıkı sıkı tutunur birbirine, bazıları birileri beni tutsun diye bekler durur..

Bazen de sıkı sıkı tutma durumunu kullanır bazıları, karşısındakinin korkularına oynar.. Kaybetme korkusuna..

Sıkı sıkı tut ister onu, sen bıraktıkça o seni tutar, sen tuttukça da kaçar..

Ve beklenen son gelir çatar..

Kaybetmekten en çok korktuğun, sıkı sıkı tutmaya tüm cesaretini topladığın anda..

GAME OVER!

27 Nisan 2012 Cuma



Hepimiz öyle yada böyle anladık hayat zor, yıpratıcı, vurucu, hırpalayıcı hatta bazen yok edici.
Hepimiz en az bir kere dizlerimizin üzerine çöküp bulunduğumuz yere yığıldık.
Kimbilir kaç kere pes ettik, kaç kere kaybettik..
Kaç kere lenet ettik, nefret ettik, kırıldık parçalandık..
Tabi bende..
Değiştim, yıllar öyle çok şey kattı ki bana, öyle köşelerimi yuvarladı ki, öyle birikimlerimi yedi ki..
Ve yine öyle iyi biliyorum ki elimde avucumda ruhumda bedenimde ne var ne yok hepsini almak için elinden geleni yapacak..
Eskiden korkardım, anksiyetem azardı.. Ben hep kaybetmekten korktum, başaramamaktan.. Kaybettim de hemde çok..
Ama bugün anladım ki, herşey, herkes akıp gitmiş sadece ben kalmışım.. Hala sımsıkı tutunabildiğim, yere sağlam basan koskocaman bir benim var..
Bugün gökyüzüne baktım, derin bir nefes aldım, içim huzurla doldu!

Herşeye rağmen dedim, hayata rağmen.. kendimi seviyorum!

19 Nisan 2012 Perşembe

belki inançsızlığımızdan sıkıldığımızda
belki inançsızlığımızdan yorulduğumuzda
belki inançsızlığımızdan nefret ettiğimizde
denk geliriz..

belki tenlerimiz birbirini çektiğinde
ket vurduğumuz tüm arzularımız
bizi köşeye sıkıştırır da
yüzleşiriz..

14 Ocak 2012 Cumartesi

Ah Kavaklar

4-5 yaşlarında küçük bir kız çocuğu, saçlarının bir tarafını kulak memesi hizasında bir tarafını çenesinde kestirmek istediğini söyleyen. Annemin canına minnet yumruk kalınlığında upuzun saçlarım var, tararken bile yoruluyordu. Götürdü kuaföre, kesildi..
-"Anne saçlarımın iki tarafı da aynı boy"
-"kızım sen görmüyorsun, iki tarafı farklı boy."
-"aaa tamam o zaman."
aradan biraz zaman geçer, kuaförden çıkıp eve geliriz.
Kırmızı kadife elbisemi giyer, kalın kıl fırça tarağımı mikrafon niyetine elime alırım..
"-Anneee anneeee..."
-"ne oldu yine Simge?"
-"Anne saçlarım aynı boy diyorum bak bu kuaför bizi kandırmış." yüzüm düşmüş, sesim titrek ağlamaklı.. Beni ikna edemeyeceğini anlayan annem de, kuaföre bok atıyor.
-"aa haklısın Simge, bu kadın bizi kandırmış, ben bi daha gidişimizde bak nasıl kızıcam ona.."
-"Anne olmadı işte yine olmadı, Yine Sejen Akşu gibi olamadım" der ağlamaya başlarım..
-"Onun gibi olman şart değil zaten Simge'ciğim, kendin olarak da onu sevebilirsin.. hadi sen şimdi geç aynanın karşısına söyle şarkısını.."

Gözlerim ıslak.. yüzümde ağlamaklı bir ifade..
Elimde fırçadan mikrafonum, gözlerimi yumar başlarım şarkıya..

-" aaahhh kaavaaklaayyy, aahh kavaaklaayy... ajıı düüüşştüüüü iişiiimmeeee..."
-"Anneee devamı nasıldı sözlerinii ezberlijeem.."

Aynanın karşısında annem söyler ben tekrar ederim.. öyle öyle ezberledim sözlerini.. biri söyle dediğinde, gözlerimi yumar içli içli söylerdim. 5 yaşında en sevdiğim şarkı..

Sezen Aksu- Kavaklar

Ah kavaklar ah kavaklar
Bedenim üşür yüreğim sızlar
Beni hoyrat bir makasla
Ah eski bir fotoğraftan oydular
Orda kaldı yanağımın yarısı
Kendini boşlukla tamamlar
Ah omuzumda bir kesik el ki
Hala, hala durmadan kanar

Ah kavaklar ah kavaklar
Acı düştü peşime
Ah kavaklar ah kavaklar
Ardımdan ıslık çalar

Ah kavaklar ah kavaklar
Acı düştü peşime
Ah kavaklar ah kavaklar
Ardımdan ıslık çalar

Ah kavaklar ah kavaklar
Bedenim üşür yüreğim sızlar
Beni hoyrat bir makasla
Ah eski bir fotoğraftan oydular
Orda kaldı yanağımın yarısı
Kendini boşlukla tamamlar
Ah omuzumda bir kesik el ki
Hala, hala durmadan kanar

Ah kavaklar ah kavaklar
Acı düştü peşime
Ah kavaklar ah kavaklar
Ardımdan ıslık çalar
Ah kavaklar ah kavaklar
Acı düştü peşime
Ah kavaklar ah kavaklar
Ardımdan ıslık çalar

9 Ocak 2012 Pazartesi

Kaçak

İnsan kendinden kaçar, insan kendine kaçak.. Bir sabah uyandım, nefes nefese. Nefes alamıyorum anne diye bağırdım içimden, dar geliyor bana bu küçük balıkçı şehri, dapdar, küpküçük. Benim yeteneklerim, benim beynim, benim hayallerim burada sıkışıyor, patlıyor, dayanamıyorum..
O gün gitmeye karar verdim. Nereye gidecektim, belki İspanya'ya.. çatısından yıldızları seyredebileceğim bir evim olacaktı. Küçük, kahverengi bir ev, gül kurusu çarşaflarım, salonda patchwork bir koltuğum, mutfağımda eski model yuvarlak hatlı bir buzdolabı.. İletişim okuyacaktım, belki yönetmen olurdum, belki reklamcı, enteresan senaryolar yazacaktım. Belki de yurtdışına gitmeme gerek kalmazdı, İstanbul'a giderdim. Kokusu başka şehrim benim.. Küçükken teyzemleri ziyarete giderdik, anneme "anne buranın kokusu ne kadar farklı değil mi, sende alıyor musun" derdim. Ben orada yaşamalıydım, çok seviyordum, bana dairdi sanki..
Aradan geçen yıllar hayallerimi bir bir gerçekleştirdi.. İstanbul'a yerleştim, İspanya'ya da tatil amaçlı gittim. Yıllardır İstanbul'da yaşıyorum ancak ne o beni büyüleyen kokudan eser var ne de ben mutluyum.
İstanbul insanların gönüllü kölelik yaptıkları, kendilerini zehirleyen, içlerini kurutan, duygularını öldüren, hergün onlara tecavüz eden..
Evet dediğim gibi İstanbul'u hiç mi hiç sevmiyorum. Farkettim ki, çocukken kendimden kaçıyormuşum. Mutsuzluğumu şehrime endekslemişim oysa mutlu olmanın ne olduğunu bilmiyormuşum. Hani sabah gözümü açsam, balkondan limanda yük boşaltan şileğleri, uçuşan martıları, ağ toplayan balıkçıları izlesem. Zaman yavaş geçiyor ya, burda zaman geçmiyor diye delirirdim, iki lokma kahvaltı etsem, iki yudum çayla.. İş güç derken haftasonu gelse.. Gazetemi alıp Tatlısu köy kahvesine kahvaltıya gitsem.. Çayıydı, kahvesiydi böreğiydi derken öğleni etsek, önümüzde balıkçı motorları, ötesi masmavi deniz, mis gibi toprak kokusu.. Önümde kediler oynasa, öyle İstanbul'daki gibi gözleri kör olmuş, yaralı bereli kediler değil, kanlı canlı, balık yemekten semirmişleri..
Tatlısu'da dedemin evi vardır, iki katlı, safran sarısı, önü bahçeli.. Küçükken hep kışları da orda oturmanın hayalini kurardım. Üniversitedeyken bir sevgilim vardı, ellerini tutunca kalbime kramplar girecek kadar aşıktım, çocukluk işte.. Onunla oraya gitmenin hayallerini kurardım, belki yaşardık da orda, neden olmasın.. Hayatta kendimi en iyi hissettiğim ev, evim.. Dedem Mimar'dır, kendi çizmiş planını. Bahçesinde üç zeytin ağacı, bir dut, bir vişne, bir nar ve koskocaman bir çam ağacı.. çam ile zeytin arasında koskocaman bir hamak. Şimdi yazları ananeciğim orda yalnız. Çocukluğumdan kalma anılarda dopdolu, yapayalnız bahçemiz..
Önünde küçücük koyu, bir tarafından kayalardan yapılmış küçücük mendirek, balıkçı kayıkları, bir tarafında altın kumlu sahil.. Denize girerdik, deniz analarını hiç sevmedim, sevemedim ama yosundan korkmamayı orda öğrendim. Üzerine üzerine dalardık yosunların, midyeli kayaların üzerinden göbeğimizi kesme pahasına geçerdik, suya dalar dakikalarca nefesimizi tutardık.. Babalar balık tutabilsin diye dipten deniz solucanı, deniz minaresi çıkarır, kayalardan eve midye toplar götürürdük, midyeli pilav yapsınlar diye.. Bahçede, midyeler ağızlarını açıncaya kadar saatlerce tüpte kaynatırdık.. sonra pilava dönüşene kadar üzerine limon sık hüplet!
Düşününce ne güzel geçmiş o düşünmek bile istemediğim, arkama bakmadan kaçtığım çocukluğum. Şimdi geri dönmek istiyorum desem, beni tekrar içine al desem.. Geç bilirim ama döndüm ben, bana da yer aç, bak kaçmıyorum artık kendimden, yüzleştim.. Artık kim olduğumu biliyorum ve ne istediğimi.. desem.. Beni tekrar kabul eder misin toprağına, bana kendim olarak mutlu olabilme şansı verir misin?

8 Ocak 2012 Pazar

Bla bla..

Uzun zamandır tek bir kelime yazamamış olmanın gerginliği ile başlıyorum cümlelerime.. Okumak için aldığım kitaplar da, kütüphanemin raflarında tozlandılar, bundan da ayrıca bahsetmek istedim. Sebebim oldun sevgili tez kardeş, sana ısınana kadar kendimle ne kadar savaştığımı bir bilsen, böyle uzadıkça uzamaz beni de yormazdın ancak 100 sayfayı bulman söylendiğinden beri beni bir karın ağrısı aldı..
Uzun lafın kısası gelecek haftasonuna istenilen düzeltmeleri yapıp, tezin son versiyonunu gönderiyorum ve yemek yerken bile içimi bir kurt gibi kemiren, son 10 günümü bana zehir eden, tekrar agresif  asabi, dizlerini hareket ettiremeyen bir insan haline getiren, bu ızdıraptan kurtuluyorum.
Yüksek lisans yapan sevgili dostlar sakın ama sakın tez yazmaya kalkmayın!

Dayanılmaz bir baş ağrısı, tutuk bir boyun ve sırt ile ben de kaldığım yerden devam edeyim ancak benden vazgeçmeyin.. Sizlere ilerleyen günlerde güzel süprizlerim olacak:)

Powered By Blogger
 
;