30 Aralık 2009 Çarşamba

içimdeki anarşist1

İçimde o kadar çok kelime varki birikmiş, sanki bir başlasam konuşmaya saatlerce devam edecekmişim gibi. İnsan olabilmekten başlayıp, egolar, değer yargıları, karaktersizlikler, zorunluluklar, sevgisizlik, adaletsizlik.. diye devam edeceğim...
Bugün bir kere daha farkettim ki mevcut düzen içerisinde hayatı yaşamak bana ağır geliyor. Korkak bir anarşist var içimde sanırım.. Çekip gidebilecek cesarette değil ancak kalıp savaşacak güçte de değil.
Biri bana bundan yaklaşık bir hafta önce bu şehir, bu düzen bana kendimi unutturuyor demişti, pes etmek olarak algılamıştım ancak değilmiş..
Haklı belkide.. Bu sistem ruhlarımızı öldürüyor.. Amaçta o olabilir yani insan oğlu bu kadar yaratıcı, keşfetmeye meraklı ve akıllı iken bu kadar berbat bir sistem kurulmamış olsaydı muhtemelen evrende daha fazla gezegen keşfetmiş olurduk ve dünya çok daha yaşanılası bir yer olurdu..

Yazıkki iyiler bu savaşı kaybetmiş.. herzamanki gibi kötüler başta..

Bu düzenin, bu sistemin, çarklarının, dişlilerinin ve çıplak kralların taaaaa....

29 Aralık 2009 Salı

maskelerle sevişiyoruz..

Sana aşığım demek ne kadar kolay.. Oysa içini doldurabilmek nasıl zor. Aşk nasıl birşeydi hatırlamaya çalışıyorumda ; sıcacık, yumuşacık, şefkatli, mis gibi kokulu, masum... Kırılmayasın diye çekinir sevgili sana dokunmaya..
Değerlidir aşk, karşındaki insana değer verirsin ve tabiki düşünceli..

Belki herkes kendine göre böyle yaşıyor aşkı bilemiyorum ama benim karşıma çıkan hiçkimse senin kadar güzel sevemedi daha.. Senin kadar masum, sıcacık..

Aşkı tarif etmek o kadar zor ki ama koklamak bi o kadar kolay.. Gözlerimi kapayıp derin bi nefes aldığımda görüyorum işte orda, geçmiştede kalsa...

Yaşadım ben bunu.. her hücremin aşık olduğunu hissettim..
Cepte çay içecek para yokken saatlerce bankta otururduk, fonda Rosey Love yada Sertap Erener... susma konuşalım, dersen ona da evet, ister savaşalı ister barışalım...

Aşk ölmüş  yada bizim ruhlarımız öldü.. Bomboş sevişmeler yaşıyoruz oysa şimdi korkularımızın inadına sanki.. Kalbimizi kıran, içimizdeki sevgiyi söküp alan insanlara inat sevişmeler, doldurmak için  o dayanılmaz boşluğumuzu..

Yazık ki ne zaman birini sevmeye kalksam nasılsa değmeyeceğini, nasılsa terkedileceğimi düşünerek kaçıyorum.. Belki hepimiz birbirimizden bu nedenlerden kaçıyoruz..

Maskelerle sevişiyoruz...

1 Aralık 2009 Salı

Taş dikiş tutmaz..

Ne kadar çok örselendik.. inançlarımızı yitirdik.. paramparça edilen kalplerimiz daha fazla dikiş tutmayacak diye taşlaştırdık..

Hayat zor derler ya.. aslında hayat kolay, insanlar çok zor..
Bu yüzyılda aşk çok zor...
Doğru olan kapayacaksın kapılarını aşka, herşeye arkadaşlıkla devam..

Taş dikişte tutmaz sonra..

herşeye devam

Aslında ne yazacağımı bilmeden bi yazma dürtüsü ile başlıyorum kelimeleri bir araya getirmeye.. Aşktan bahsetmek geliyo aklıma ama vazgeçiyorum.. Aşkı tarif etmeye kasacak ruh halinde değilim..

Aslında sanki biri içime birşeyler tıkmış sonra da sıkıca kapağını kapatmış gibi.. İçime tıkılanlarda büyük bi sabırsızlık ve heyecanla dışarı çıkmayı bekliyorlar.. kapağı açacak kişi belli, açmazsa olacaklar da bellii...
Ben açıp içime fare zehiri dolduracağım tekrardan..

Gereksiz gördüğüm inançların hepsini zehirleyip, huzurlu yaşam adını verdiğim inançsızlığıma döneceğim..

14 Kasım 2009 Cumartesi

İçsel bişiler..

ayyy... bazen yoruluyorum kendimden yaa.. sürekli saçma sapan ruh halleri..
Bezen yoldan geçen yaşlı bi amcaya takılıp ağlıyorum, bazen önümden geçen dilencilerden nefret ediyorum, bazen bi bebek beni acayip mutlu ederken bi çocuk çileden çıkartabiliyo..
Bi erkekle kırıştırırken başka biri beni kesti diye iğrenebiliyorum..
söz yazarken sürekli başka başka ruh hallerine giriyorum.. bi an dünya hep benim üstüme geliyo, sanki dünyada en çok acı çeken benmişim gibi.. bazende ölümüne terkedilmiş oluyorum.. bi patlayan şeker yediğimde dünyanın en mutlu insanı olabiliyorum.. İçimde bastıramadığım, bi türlü susturamadığım sesler sürekli bağırıyorlar.. en kötüsü de herbiri farklı tellerden vuruyor.. sanki dünya beynimin içinde oynuyo..
Bazen çok yoruluyorum, onları susturabilmek için içiyorum, içtiğim sürece mutluyum.. bide birine aşık olduğumda.. bişeylere odaklanmam yada tamamen beynimi uyuşturmam gerekiyo..
Bi gün fazla uyursam ertesi günler uyuyamıyorum..
İçimde kontrol edemediğim bi enerji var.. bi yerden bastırırsam başka bi yerden mutlaka patlıyo..
Yoruluyorum artık, hergün parçalara bölünmekten ve günün sonunda hepsini toparlamak zorunda olmaktan sıkıldım artık..
Aslında kötümser bi insan değilim yani insanları ve hayatı seviyorum ama bu sesler, bu susturamadığım sesler ve kafiyeleeerrr...
Biraz şizofrenik aslında ama kıvamında.. son 6 aydır gerçekten sıyırmış durumdayım ve önümüzdeki 2 yıl içerisinde hayatımın dönüm noktasını yaşayacağım, kaçınılmaz sona adım adım yaklaşırken, adımlarımı daha bi küçük daha bi yavaş atmaya başladım..
Hayallerimi yaşamaktan korkuyorum ama onları yaşayamazsam hayatım yarım kalacak!! en azından denemek zorundayım..
Yaşadıklarım için hiç pişman olmadım ama yaşayamadıklarımın pişmanlığını daha fazla taşıyamayacağım.. Cesaretimden ve gözükaralığımdan ilk defa korkuyorum.. ama hayatım değişmesede beynimdeki değişiklikleri, gelişmeleri hatta kırıklıkları gördükçe.. sindire sindire bu 2 yılı geçirmeye kararlıyım..

Bende kendimi tatmin ediyorum! Hayatım 4 parçaya bölünmüş durumda ve hepsinin altından başarı ile kalkacağım, günü geldiğinde seçim yapma hakkı bana ait olacak!!!

Bu arada keşke günler 36 saat olsaydı da bana 6 saat uyuyacak vakit kalabilseydi..  :):)

Çok gevezelik ettim, şimdi 3 numaralı parçamı yaşamam gerekiyor, 12 sayfalık makalemi okumam lazım..

4 Kasım 2009 Çarşamba

Gerçek..

16.10.2008 de yazmışım..


Gerçek




kolay hayatlar kolay insanlar yaratır

oysa gerçek olan acıdır, zordur

gerçek hayatla yüzleşmek

her baba yiğidin harcı değil



gövdeni hayatın yağdırdığı kurşunlar karşısında dimdik tutup,

vurula vurula yola devam etmek.



ve her düşüşünde kanayan avuçların, dizlerin

her kabuk bağlayışında yaraların

daha da bi güçlenmek,

gözyaşlarının her seferinde biraz daha az akması..



lanet etmek yediğin tüm kurşunlara

içinden en okkalı küfürleri sayarken

başını daha bi dik tutmak

ve ardından haykırmak kulaklarını sağır edercesine;



beni yenemeyeceksin hayat,

çünkü bende aynı senin bana olduğun gibi

hırçın ve sevdalıyım sana.

23 Ekim 2009 Cuma

Kıyım

Kıyım kokusu var havada, geliyor.. kıyılıyoruz biz, dönem dönem parçalara ayrılıyoruz..
Öyle uzak noktalara savruluyor ki parçalarımız bir daha toparlayamıyoruz..

Kıyım kokusu bu... aydın kıyımı, kafası çalışan adam kıyımı.. Kötülük yönetiyor dünyayı, para.. İnsanlar yarattıkları bir olguya paraya tapıyorlar.. Güç=Para

Bütün çarklar bu denklem üzerine dönerken, biz insan olmaya çalışanlar, okuyanlar, daha çok görmeye, daha çok bilmeye, daha iyi anlamaya çalışanlar kıyılıyoruz.. Parçalara ayrılıp, uzak köşelere savruluyoruz..

HEp öyle olmadı mı zaten.. Anlaşılmaz bir güç bakıyor, toplum gereğinden fazla düşünmeye, sorgulamaya, insanlaşmaya başladığında, birden ortalığı karıştırıyor.. Olan kime oluyor..

Aptal Amerikan reklamları vardır ya hani izlerdik küçükken.. Ne salak reklam bu derdik, şimdi o reklamlara azımızın suyu akar oldu..

Kıyım oldu çünkü, insan kıyımı.. Kıyım sadece kanla yapılmıyor..

Beynimize zorla sokulan değerler;
  Sevmekten korkuyoruz, değer vermekten.. birlikte olmaktan ve bağlanmaktan.. kolay ilişkiler tercihimiz, aileye inancımız kalmadı.. neden acaba.. bu kültür bize nerden geldi yada kimler kazıdı beynimize yalnızlığın o hüzünlü çekiciliğini.. Marlboro reklamındaki kovboy gibi belki, seksi, güçlü bi o kadar hüzünlü ve kesinlikle yalnız..

Düşünce suçları;
  Ergenekon davası.. bununla ilgili fazla yorum yapamayacağım çünkü hala ne olduğunu anlayamadım..

Din dayatması;
  İnançlar insanları yönetir ama hiçbir inanç parayı, kendini besleyen değerlerin üzerinde tutamaz!! Eşitliğe inanmayan, kendini üstün gören hiçbir insan inançlı olamaz!! Hiçbir inanç parayla satın alınamaz ve hiç bir inancın savunucusu başkalarının acizliklerinden çıkar elde etmeye çalışamaz!!
Nasıl bir dünyada yaşıyoruz.. İyilik ideal gaz gibi oldu, var olduğu kabul ediliyor ama ona ulaşılamıyor.

İşkence,
  Hakkını savunmaya çalışan insanlar göz altına alınıyor, hapise atılıyor yada mitinglerde gaz bombasına maruz kalıyor!

Açlık;
  Hergün birçok üniversite öğrencisi açlıktan bayıldıkları için hastaneye kaldırılıyor.

Irkçılık ve bölücülük;
  Kimsenin daha fazla kan görmeye tahammülü yok!! Yönetimlerin körlüğü nedeniyle patlama noktasına gelmiş sorunlar..Çözüm aramak yerine, rant elde etmek için nabza göre şerbet vermek isteyen bir yönetim..
Asker kelimesini düşman, terörist kelimesini dost bilmiş eli silahlı masum çocuklar.. Her ne olursa olsun katillerin alkışlanmasını kaldıramayan insanlar..

Kıyım yaşanıyor, küreselleşme, demokratikleşme, iyileşme, açılma, imf gibi kavramların adı altında insan kıyımı yaşanıyor.. Her geçen gün omuzlarımıza daha büyük bir yük, gözlerimize görmek istemediğimiz bir görüntü ve kalplerimize sıkıntı veren bir açılım ekleniyor. Bütün gündemler birbirine karışıyor ve daha birini anlamaya çalışırken birbiri ardına darbeler geliyor..

Kıyım yaşanıyor, insan kıyımı.. Geriye kalacak canlılara yeni bir isim takmak lazım nitekim insan soyu hızla tükeniyor!!!

9 Ekim 2009 Cuma

perşembe

Bu güne kadar hep perşembe akşamları yazı yazdığımı farkettim. Bundan sonra elimden geldiğince bu geleneğimi bozmamaya çalışacağım.. Bu akşam oldukça hasta olmama rağmen kafamı toparlayıp birşeyler yazmam gerektiğini düşünüyorum, aksi takdirde gecelerdir rüyalarıma giren, günlerdir beynimi kurcalayan beni kendimle yüzleştiren, beni varoluşumla yüzleştiren sesleri bastırıp huzurlu bir uyku uyuyamayacağım. Yazılarımda daldan dala atlayabilirim.. belki saçmaladığımı düşünebilirsiniz ama ben yine de yazacağım..

Tanrı... Teknoloji hızla gelişiyor, neredeyse internet çağını bitirip robot çağına geçmek üzereyiz hatta belki geçtik bile diyebiliriz.. Teknolojinin gelişimini ilk bilgisayardan başlayıp anlatmaya niyetim yok sadece yarattığımız bu minik kutucuklar bize yepyeni bir dünya yarattı. Şimdi robotlar yapıyoruz, geliştiriyoruz, ilerde robot öğretmenler derslere girmeye başlayacak, robot köpekler çocuklarla oynayacak, robot erkekler yada kadınlarla sevişeceğiz belki onlar biz insanlar onlarla diğer insanlardan daha iyi anlaşacağız..Sonra bir gün onları yaşamaları için gereken şeylere bizsiz ulaşabilmeleri için programlayacağız, biz olmadan da üreyebilir hale gelecekler ve kendilerini tamir edebilir hale.. Peki biz insanlar ne olacağız, yarattığımız yeni ırkla paylaşabilecekmiyiz dünyayı yada çekip gidecek miyiz, kimbilir belki bizim yaratıcılarımızın gittiği gibi...

Oysa evren üzerinde var olan ufacık bir şeyi bile tanrıdan bağımsız tutmak ne kadar saçma.. Sanki o farklı bir boyutta yaşıyor da bizler bu dünyadaymışız gibi davranmakta.. İşte hepimiz tanrının birer parçası değil miyiz, bilinçli yada bilinçsiz yeni canlılar üretebiliyoruz.. Belki bundan yüzyıllar sonra robotlar çoğalmaya başlayınca dar geleceği gibi dünya, bizim tanrılarımıza da dar geldi ve çekip gittiler.. yada belki bizde robotlarımıza öyle gözler takacağız ki farklı şekilde görecekler dünyayı. Bizleri görerek değil, hissederek yaşayacaklar yanımızda.. Belki tanrılarımızda bizim yanımızda.. Dokunmamız, görmemiz.. onlar için yetersiz.. Belki de onlar da bizi tıpkı bizim robotları yaratma nedenimiz gibi işlerine yarayalım diye yarattılar ve kim bilir belki hala onların işlerine yarıyoruz, belki hala onlar tarafından kontrol ediliyoruz..

Aslında dünyayı düşünürsek herşey birbirini kendi çapında anlıyor ve anlayamıyor..

İnsan neden robotların tanrısı olmasın ve robotlarda kendi yarattıklarının..

24 Eylül 2009 Perşembe

hadi yatalım artık

Şöyle bi kadın gözüyle sevişmeyi anlatasım geldi..


Uzanıyorum
gözlerim yarı uykulu..
yanımda yar
Yar demeye çekindiğim günlerden eser  kalmamış ellerimde..

ellerim ellerine kenetlenmiş
ensemde o fısıltısına alıştığım nefes
hep aynı şekilde derin ve huzurlu

belime dolanan ellerin
sırtımı yasladığım göğsün
bütün bilinmeyenlerin korkularından arındırıp
anlamlandıramadığım
anlamlandırmayı düşünmeme bile fırsat vermeyen bir berraklıkla
düşüncelerimi ana sadece o ana kilitlemiş..

sevişmek budur
bedenini sakinleştirdiği kadar
ruhuna da dinginlik verebilmeli sevgili
en huzurlu en güvenli yer olmalı omuzları
sarıldığın zaman unutmalı hayatı..

unutturamıyosa sevgili
koyver gitsin..
bütün o sözcüklerin yetersiz kaldığı
çaresizlik çığlıkları attıkları
o duygu gerçek..

görebilene.. sevişmesini bilene...

17 Eylül 2009 Perşembe

azımdan kaçıverdi

Korkuyorum,
Tüm yeni başlangıçlardan
ve onların getireceği belirsizliklerden..

Oysa hayat bu değil midir zaten,
hergün yeni bir başlangıç,
hergün bir bilinmeyen..

Hayatı bir tahterevalliye benzetirsek
bir sabah uyandığımızda bir ucundayız öteki sabah diğer ucunda..

Kestiremediğimiz, kontrol edemediğimiz bir sürü bilinmeyenle
Önümüzde yeldeğirmenlerinden düşmanlar,
kılıç sallıyoruz hayallerimize..

Ne kadar yaralarsak kendimizi
ne kadar çok kanatırsak dizlerimizi
o kadar güçlendi sanıyoruz,
yara olmaktan hissizleşen tenimizi..


Hayallerimiz ailemiz, sevgilimiz, işimiz ve çocuğumuz arasında
eriyip bitmiş..
tek geriye kalan ağzımızdaki kekremsi tat
tek ve geçici iz olarak..

Toplum dediğimiz ve binlerce anlam yüklediğimiz bu kesişimler kümesi
benim gibi delileri ıslah etmeye mi çalışıyor
yoksa toplum dediğimiz bu küme
ıslah edilemeyen delilerden mi oluşuyor..

Doğrularım, yanlış olduklarına yemin edebileceğim
yüzyıllardır söylenen yalanlar arasında unufak edilirken
hala hayata karşı umut bağlamam bekleniyor..

Kabullenemiyorum...
İçimdeki dizginlenemez uyumsuzla
yazgısına uyum sağlamaya çalışmaktan başka hiçbir katkım olmayan bu hayatı
kabullenemiyorum!

"Benden bir ruhsuz yaratmayı nasıl başardınız
benden sizden biri yaratmayı nasıl başardınız".. içim acıyo..

Hayat karşısında bütün kelimeler anlamsız
diğer taraftan bütün sözler kifayetsiz..

Hergün yepyeni ama koskocaman bir bilinmeyene uyanırken
ruhuma eziyet eden bu yaşantıma..


KÜFREDESİM GELİYO...

                                                                                                               Simge Özünlü

10 Eylül 2009 Perşembe

tepetaklak dünya

Küçüklüğümden beri ayaklarımı yukarı kaldırıp başımı koltuktan aşağı sarkıtarak tv izlemekten keyif alırım. İtiraf etmeliyim ki ben bir deve kuşuydum:) Çocukken Karaşimşek'e aşıktım, televizyonda o çıktığında utancımdan kafamı saklamaya çalışırken keşfettim bu pozisyonu. Hala bazen hayattan ve etrafımdakilerden saklanmak istediğimde bu pozisyonu alırım.
Fotoğraf nasıl ama o zaman bile hayatı bu kadar pembe görmüyordum:)
Birde küçükken amuda kalkmaktan zevk alırdım, herkesten fazla tepetaklak dururdum.. spor salonunda kocaman göbeğim olduğu için hiçbir hareketi beceremezken, amuda kalkabiliyordum ve en uzun amutta durabilen öğrenciydim, öyle ki her seferinde hocam gelip yeter artık diye zorla düşürürdü. Amutta durduğum zamanlarda kendimi dünyaya meydan okuyormuş gibi hissederdim. Bu hissin bitmesini hiç istemezdim..
Bir erkekten hoşlandığımda, onu küçümseye başlıyorum.. Erkeklere güvenmiyorum, hayatımda gereksiz yer işgal etmelerini istemiyorum.. Bu nedenle kafamde hepsi için üç aşağı beş yukarı aynı senaryoları yazıp oynuyorum.. sonuç; gün gelmiş o adamla bütün ilişkiyi yaşamış ve bitirmişim.. artık bir anlamı kalmamış..
Sinirim bozuk olduğunda bütün dolabımı kirliye atıp, makinelerce çamaşır yıkıyorum. Buna alternatifim yarım kilo çamaşırsuyunu kovaya devirip bütün evi silmek.. bunu yaparken bana en çok haz veren, o küçük bakterilerin reklamlardaki gibi yok oluşunu düşlemek...
Kendimle bir derdim varsa beni kimse eve sokamaz! evde kaldığım her dakika beni bana biraz daha kendime yaklaştırdığından, evde oturmaktan nefret ediyorum. Ailemden ve arkadaşlarımdan bunu yüzüme vurduklarında nefret ediyorum.. ne var yani, bende böyleyim, en azından bu şekilde zamanımın daha kolay ve eğlenceli geçmesini sağlıyorum..
Geçen gece rüyamda bir gemiye biniyordum, bindiriliyordum desem.. Kıyıda yan yatmış kocaman lacivert bi şilep ama içi oldukça güzel ve lükstü.. Hani eski Fransız filmlerindeki gibi ..  Bunu neden anlatıyorum çünkü böyle bir geminin fotoğraflarını çekmek istiyorum.. Yapmak isteyip yapamadığım pek çok şeyi rüyamda görüyorum.. senfoni orkestrası eşliğinde kendi bestemi çalmak gibi..
Hazır buraya içimi dökmeye başlamışken, anaokulunda gökyüzünü beyaza, bulutları maviye boyadım diye bana avazı çıktığı kadar bağıran öğretmenime de kocaman bir alkış rica ediyorum..eve gidip çok ağlamıştım, pencereye çıkıp saatlerce bulutları izlemiştim.. "işte ordalar; gökyüzü bembeyaz ve bulutlar masmavi, neden bunu göremiyorlar ki.." şimdiki aklım olsa bulutların beyaz olduğunu görmeye hiç çalışmazdım.. eminim siz beni hatırlamıyorsunuzdur ama ben sizi oldukça net hatırlıyorum.. sizi Allah'a havale ettim diyeceğim ancak edemedim üzgünüm.. siz bağırırken ben kusmaya başlamıştım bu sizi iyice çileden çıkartmıştı ama ben kusarakta rahatlayamadım.. İtiraf ediyorum ki sizden nefret eden 3 kişi daha buldum, halının her köşesine tükürdük, evet o yepyeni boya kalemlerini üçer beşer kıran da bizdik.. hatta parçaları cebime alıp dışarı çıktığımda tuvalete attım ve son olarak; dolapta duran bütün oyuncakları ben kırdım.. hep sessiz bir çocuk oldum oysaki...
Ne diyebilirim ki.. insan biriktirdikleri kadar var diye düşünüyorum. Ben bunları biriktirdim ve daha milyonlarcasını.. çok değerlisin diyen eski sevgilime ne çok mu terliyim diye bağırdığım mı, yada ortaokulda her yeni film izleyişimde bir hafta orda gözüme kestirdiğim karakter gibi davranmam mı, sürekli hayal kurduğum için kitap okumaktan nefret etmem mi yada belki su kaplumbağam kavanozunda çok sıkılmıştır diye düşünerek camı açıp onu uçak gibi uçurmaya çalışmam mı, balıklarımı oyuncak timsahımla korkutmaya çalışmam ki başarmıştım ertesi gün sarı olan bir sonraki günde kahverengi olan öldü.. çizgilere basmadan yürümeye çalışıyorum hala, kazara sağ ayağım bir çizgiye geldiğinde bir sonraki adımda da sol ayağımla çizgiye basmak zorundayım..evimin etrafı bahçe olduğundan sürekli içeri kaçan örümceklerle önceleri evimi terketmeleri için telepati kurmaya çalışıyordum, ne yazık ki başaramadım, şimdilerde defalarca "tanrım lütfen beni affet ama onlardan korkuyorum" diyerek onları öldürüyorum.. öylesine yürürken bir kare görüyorum ve onu defalarca gözümün önüne getirmeye çalışıyorum bu sırada bir yere çarpabiliyorum..
Ve daha milyonlarcası.. belki bunların bir kısmı bana özeldir.. İşte benim tepetaklak dünyam..

rekabetin olduğu yerde ben olmam!

Bir arkadaşımdan duymuştum bu cümleyi anlamamıştım o zaman, anlamlandıramamıştım ama şimdi...


Rekabetin olduğu ortamlarda kırıp dökmek , insanları üzmek , birilerinin kaybetmesi,  birilerinin hayatını kötü anlamda etkilemek, hırs, oyun, sahtekarlık ve kıskançlık var..


Düşünelim ki bir adam iki kadın yada tam tersi, bir iş iki insan, bir sınav ama belirli sayıda kazanan..



Bütün bunlar bizi insan olma yolumuzdan döndürüyor, kimimiz çok üzüldüğü için değişiyor, kimimiz değmeyeceğini düşündüğü için ve yazık ki kimimiz kazanmaya kitlendiği için..



Ben rekabeti sevmiyorum.. hergün kendime birşeyler katmaya çalışıyorum ama etrafımdaki insanlarla rekabet etmeye başladığımda kendimden nefret eder hale geliyorum.



Bence rekabetin iyi bir yanı yok, kaldı ki ben at değilim ki daha hızlı koşup birilerini geçeyim..



Benim yarıştığım tek değer var oda geçmişim... Gerisi, berisi, ötesi umrumda değil...

3 Eylül 2009 Perşembe

Haykırmalısın..

Hayatım şarkı sözleri oldu diye düşünürken aslında hayatımın hep şarkı sözlerinden ibaret olduğunu farkettim..
Çocukken Sezen Aksu dinlerdim İstanbul dan gelecek olan teyzemi pencerenin önüne oturmuş dört gözle beklerken..."lüküs kamarada kimler oturur.. şinanada yavrum şina şinanay.."
Sonra sözlerini anlamakta zorluk çektiğim ama annemden her azar işitişimde ağlaya ağlaya söylediğim.." tut ki karnım acıktı, anneme küstüm tüm şehir bana küstü.. bir kedim bile yok anlıyor musun.. hadi gülümse.."
Lisedeyken Feridun Düzağaç'tan Gölge vardı mesela... "kirletirken, incitirken sokaklar düşlerimi, örseleyip yok ederken yaşamak yüreğimi.. içime saklan hep orda kal, her solukta duymalıyım seni, umudumda kal umrumda ol!!! sensiz anlamsızım sevgi..."
Tabi  Şebnem Ferah ; "denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin, sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin..."
Bunu hemen Yavuz Çetin'e bağlamalıyım; "oyuncak dünya, bu oyun çok kolay sende oyna, kır ve dök, yap ve boz, yeniden başla.."
Lisedeyken bide No Doubt vardı, bi arkadaşım sözlerini doğru söyleyebilmem için baya uğraşmıştı; "you and me, i can see us dying, are we.."
Liseyi Cranberries Zombie ile bitirdim, Üniversiteye onunla başladım diyebilirim:)
Rosey- Love ile deli gibi aşık oldum.. Eskişehir'de bilenler bilir Harabe'nin önündeki banklara oturmuştuk, hala heyecanlıydık ve çocuk.. bu şarkı çalmaya başlamıştı ve bana bizim şarkımız işte bu diyen bir sevgilim vardı..:)
Sonra beni bıraktığında ben ona Portishead den Glory Box ı kaydedip vermiştim.. "give me a reason to love you..." kendisinin koca bir yaz bu şarkıyı dinlediğine dair rivayetler vardı..
Ayrılık beni çok değiştirdi:) Anouk No Body's Wife "i am sorry for the times that i didnt come home, left you lying in the bed alone, flying high in the sky when you need my shoulder.."
Serap, ben, Duygu bir bar tuvaletinde.. Pamela ve..." Yüreğimdeee ta derinde ellerime tutun nefretle... ayrılamayız biz ihtiras var.."
Eternal sunshine izledim ve ayrılığın acısı bi daha koydu.." i need your loving like the sunshine..."
Bi de bu arada sağlam arabesk olduğum bi dönem oldu.. aslında hala o zamandan kalan ve sevdiğim bi kaç şarkı var.. Nilgül.." kalbimi yaktın kül gibi, sende yan gör nar ı aşkı, kendini unuttuğun gün beni anlayacaksın.."
Noisettes- don't give up..
Incubus-paper shoes
Radiohead-paranoid andronoid
Orhan baba ; "seni benim gibi seven bulamazsın, tanrım bu rüyadaaaaann hiiç uyandırmasın..."
çok smooth bi geçiş olacak ama James Brown.."It is a man's world but it wont be nothing without a woman or a girl..."
Sıla- ne desem inanırsın
Ve son olarak yine Incubus : " whatever tomorrow brings i ll be there with open eyes open mind yeah.."

Sonra kendi şarkılarımı yazmam gerektiğine karar verdim.. hani hayat sana işaretler gönderir, bunları farkedip doğru yorumlaman gerekir derler ya.. Hayat bana sanki uzun zamandır bu sinyali çakıyodu da ben korktuğum için mi yazmaya cesaret edemedim.. yine başa dönüyorum.. beğenilmeme korkusu.. herneyse ben son sözlerimi ekliyorum..yorum sizin..

"Hayat ne kadar boş sevgin yoksa şu dünyada
Durma çık ortaya yaşamaya tam anlamıyla
Zaman büyük düşman geçip giderken sezdirmeden
Hadi çoskuyla haykır sevgini hiç utanma

Geçmişi düşünmeden
Bugüne sahip çık sen
Gelecek diye birşey yok
Sadece şimdi istersen

Geriye baktığında
Pişmanlık olmasın
Unuttuğun buysa
Sevgini haykırmalısın"

Kimbilir belki bi gün bi yerlerde çalar, dinlenir..

miami'de bacardi içmek

Miami de Bacardi içmek, cebimde bok gibi param var istediğimi yaparım demek,
Miami de Bacardi içmek, sana ne lan hayal benim hayalim demek,
Ne istediğimi bildiğimi sanıyorum ama aslında bilmiyorum demek,
Alakaya maydonoz demek,
Bi nedeni olmasına gerek yok demek,
İzleniyorum ve bundan rahatsızım demek,
Yediğim haltların yine arkasında durmak zorundayım demek,
Bıktım artık hiçbi haltı becerememekten demek,
Para kazanmak ve hayatımın kalanını istediğim gibi yaşamak istiyorum demek,
Evime piyano almak istiyorum demek,
Şehir dışında havuzlu bir villa, içinde 5 tane çocuk demek,
Yazdığım sözler piyasa oldu bende köşeyi döndüm demek,
Sevgili menejerime kocaman bi alkış demek,
Kedi olalı bi ciğer yakalım demek,
İş çıkışı bomboş eve gitmek istemiyorum demek,
Saç rengimden rahatsızım demek,
CNBC e deki dizilerden sıkıldım demek,
Hande Yener i beğeniyorum demek,
Tatmin edilmesi gereken kocaman bir egom var demek,
Hawai şapkasıyla okyanusa karşı ayaklarımı uzatmak demek,
Leica marka fotoğraf makinesi alıp, dünyayı dolaşmak demek,
Beğenilmemekten korkmayıp, rezil olmayı göze aldım demek
Bir Ferrari den fazlası demek..
Miami de Bacardi içmek demek, herkes beni tanıyacak bende bu işi kıvırıcam ama buda beni tatmin etmeyecek demek..

NOT: kırmızıyla belirttiğim buda kelimsindeki -da eki -dahi anlamına geldiği için ayrı yazılmalıydı sanırım :(  

:):)

20 Ağustos 2009 Perşembe

terlemeden sevişenler

Ortaokulda bir grubumuz vardı Teoman'dan Gemiler'i çalışmıştık festivalde. O zamanlar hepimiz deli oluyoruz Teoman'a, bir arkadaşımız konserine gitmişti, hepimiz içten içe gıcık olmuştuk kıskandığımız için..

Kardelen, Bir Damla Gözyaşı hepsinden önce benim hala çok sevdiğim "Yollar daralıp açılmaz sonuna da varmaz hiç bitmeeezzz..".

Gel zaman git zaman En güzel Hikayem, Paramparça, Gönülçelen, Kupa Kızı Sinek Valesi ile Teoman belkide çok popüler olduğu için itici gelmeye başladı..

Popüler oldular, oldukça popüler ve sanki bunun için yazılmışlardı, çok fazla hissedilmeden, yaşanmadan belki de öylesine yaşanmış bir zamanın özensiz yazılmış sözleri...
Gönülçelenden sonra dinlemeyi bıraktığım albümlerine yaklaşık 4 yıllık bir aradan sonra geçenlerde tesadüfen duyduğum bir parçayla geri döndüm. Terlemeden sevişenler...
Özensiz yaşanan zamanların, özensiz dokunulan bedenlerin belki kendine bile değer vermeyen insanların öyküsünü anlatıyordu bence..

"sıradan ölümlüleriz
büyümüş kimyası değişmiş
yazarız banıp kanımıza
tutkunuzdur yazgımıza
nasıl anlasınlar seni beni acıkmadan yiyenler,
uyumadan önce ayaküstü terlemeden sevişenler
niye külçe gibi kalpleri
kurumuş ağızları dilleri hepsi
yorgun yaşamamaktan
boşver anlamasınlar seni
ben anlarım bakışından
bilirim her hücreni
nasıl görecekler seni
kapalıyken sımsıkı kalpleri
boşver dişle kendi fünyeni"

Sözlerinin bir kısmını yazmak istedim. Hani hepimiz hayatın acımasızlığından yakınırız ya belki de hayat değil bize hakettiğimiz değeri vermeyen, kendimiziz diye düşündüm...

Yazmaktan korkuyordum

Beğenilmeyeceğini sandığım tarzım nedeniyle hiç yazı yazamadım bu güne kadar. Hiç bir zaman güzel bir şeyler yazabileceğime inanmadım. Nedeni belki lisedeyken kendini mükemmel sanan en yakın arkadaşımın yazılarımda sürekli imla hataları bulmasıydı, kimbilir. Hepimizin hayatında böyle insanlar yok mu? Hevesle yapmaya çalıştığınız ve sonunda birşeyler ürettiğiniz iş için size kendinizi yeteneksiz hissettirecek yorumlar yaparlar... Bir iki üç ve sonunda denemekten vazgeçersiniz...
Genel gerçeklere inanan bir toplumda yetiştik, birkaç kişi benzer yorumları yapıyorsa hayır benim dediğim doğru diyecek gücümüz hiç olmadı yada söylediğimizde bize çevrilen o küçümseyen gözlerden, belki de dışlanmaktan yorulduk. Birazda kabul etmek savaşmaktan daha kolay geldi.. Sonunda o gözlerimizi parlatan değerlerimizden vazgeçtik.
Yaptıklarımız değil de yapamadıklarımız için pişman oluruz oysaki. Pişmanlık içinde sürekli umutsuzluk yetiştiren bir oda açar. O umutsuzluklarla yaşamaya çalışır ama onları aşmak için çabalamayız, hepte aynı bahanenin altına sığınırız, bu yaştan sonra, ikinci alternatifte geçti artık.
İşte ben bunları daha fazla yaşamamaya karar verdim. İçimdeki umutsuzluk makinesini yok etmeye karar verdim. Belki gerçekten yeteneksizim, belki de sıradan, kimbilir belki hiç kimse okumayacak yazdıklarımı ama kimsenin an itibariyle kimsenin önemi yok. Kendim için yazmaya karar verdim ve başkaları yüzünden vazgeçebileceğim herhangi birşey artık yok!
Powered By Blogger
 
;