28 Kasım 2010 Pazar

Yalnızlığım bana ait
Aşkımda bana
Sana ait olan
Sana dair olan pek çok şey var
Vardı..

Ruhum bana ait,
Körkütük sevdam
Acılarım ve mutsuzluklarımda
Onları ben yaratır ben okşarım
Ben büyütür ben yokederim..

Oyun kurmam, oyunlar oynamam
İstediğin kişi benim
Ben senin içindeyim
Sen ne kadar başkalarını koymaya çalışsanda
Ben senin kalbindeyim..

Beni acıttıkça kendini acıtırsın farkında değilsin
Benim hayatımı kabusa çevirmeye çalıştıkça,
KEndini uçuruma atarsın
Düşersin de yere çarpmadan farketmezsin
Bi kere tuttum elinden tam düşerken
Bi daha tutmam bilesin..

25 Kasım 2010 Perşembe

Küçük Şehirler Büyük Yürekler

Üzgünüm ama bu konuda mütevazi olamayacağım ve evet belki biraz kendimi ve çevremi öveceğim.. Burada bir tek parantez açmak istiyorum, yazımda bir genelleme yapacağım ancak yine de bu genellemenin içine girmeyen arkadaşlarımda var çevremde, lütfen üzerinize alınmayın..


İstanbul’a geleli 3 sene oldu ve insanları hala anlayabilmeyi başarabilmiş değilim ve sanırım başaramayacağımda..Geçen gün annem tanıyı koydu, “Bunlar İstanbul şımarığı kızım, aman uzak dur” diye. Şımarıklık mı bu, kaybolmuşluk mu, çokluk içerisinde yokluk mu yoksa görmüş geçirmiş bence geçirememişlik mi anlayamadım. Bu şehre geldiğimden beri insanlarda fark ettiğim en belirgin özelliklerden biri ukalalık, bu şehirde iyi kötü, aptal salak, zengin fakir, herkes kendini bir halt sanıyor öncelikle. Daha merhaba diyip elini sıkmak için uzattığın anda kocaman, kapkalın ve buz gibi bir zırh kaldırıyor sana karşı. O zırhın arkasına da kocaman egolarını koyuyor ve daha bismillah demeden senin gerizekalı yada dökük bi tip olduğuna karar verip, ezmeye çalışıyor. Bu ezme olayı bazen hareketlerini yargılayarak, bazen araba anahtarını göstererek, bazen inanamayacaksınız ama iphoneları ile gerçekleşiyor.

Şu ezme muhabbetini biraz daha açayim, bu şehre geldiğimde kendimi küçücük hissettim, başarısız, çulsuz, beceriksiz küçücük çünkü insanlar o kadar sağlam duruyorlar ki ve o kadar kendilerine güveniyorlar ki.. Ama o zırhlarının ardında sakladıkları insanları görmeye başlayınca işler tersine döndü.. Lisedeki, üniversiteki arkadaşlarımı tekrar buldum, nerdeyse hepimiz İstanbul’dayız ve onları İstanbul’lu (İngilizcede bir ek vardır –pre , ön demek), pre arkadaşlarımla kıyasladıkça ne kadar yürekli, aklı başında, mütevazi olduklarını anladım ve değerleri benim gözümde bir kat daha arttı.

Konuyu dağıtmadan toparlamak istiyorum, bu şehrin insanları, kendini bilmezlik derecesinde küstahlaşabiliyorlar bazen, burada doğmuş ve büyümüş olduklarından kendilerine ekstra güveniyorlar ama iş sıkıya gelince arkalarına bile bakmadan kaçıyorlar, hatır gönül anlayışları bi garip, insana bakış açıları diye bir şey yok zaten.. Onlar için bir tek kendileri birde birkaç çocukluk yada üniversiteden arkadaşları var, karşılıksız, iyiliğine kıllarını bile kıpırdatmıyorlar.. Yapıyorlarsa bi iyilik bilmek lazım ki bir çıkarları var sizden.. Deli oldum psikopat oldum ya, insanları anlayacağım ve kendimi düzgün ifade edeceğim diye, oysa bugüne kadar hiç böyle sıkıntılarım olmamıştı.. Uzun zaman önce bi karar aldım, kendimi ifade edebileceğim insanlar değiller, o kadar farklı pencerelerden bakıyoruz ki dünyaya.. Kendi kısır döngülerinde kaybolmakta pek çoğu ne yazık ki.. İnançsızlıktan, inançtan kastım, sevgiye, insana, aileye inanç, sapır sapır dökülüyorlar.. Değer yargıları bi başka, enteresan, adamına göre sanki.. Biz diyeceğim, biz siz diye böleceğim ama, bizde işler gerçekten çok farklı.. Egolarda, oyunlarda, hırsta daha bi anlaşılır, katlanılabilir düzeyde.. Nerde durmamız gerektiğini biliyoruz en azından. En azından hala değer yargılarımız var ve onlara sahip çıkmaya çalışıyoruz.. Benciliz ama insana değer vermeyide biliyoruz.. Evet bu çok önemli, değer vermeyi biliyoruz..

Eğer sizde buna benzer şeyler yaşıyorsanız, aldırmayın.. Gerçekten bi gariplik var, hani bize ailelerimizin öğrettiği o en basit haliyle, iyilik, nezaket, güven, yardımseverlik gibi duyguların yerini alan başka, bana göre siyah onlara göre gri renkli duyguları var..

O yüzden dedim ya, küçük şehirler hakkaten büyük yürekler doğuruyormuş..

24 Kasım 2010 Çarşamba

Aşk nedir?
Sevdiğin kadının eline verdiği bir mandolinle ona seranat yaparken, aslında başka birini sevdiğini öğrenmek..
Sevdiğine muhtaçken korkup gitmesi mi, gitme demene rağmen seni bırakması mı..
Kendine göre nedenlerle telefonlarına cevap vermemesi mi sevdiğinin..

Aşk
Herzaman acı mı, her zaman kanatır mı
Böyle insanı hezeyanlara sürükler, ruhunu örseler, deler geçer mi?
Aşkın kanırtması insanı duvar gibi tepkisiz yapar mı
Birileri kalbine taş basar sonra sen ne yaparsan yap  o kalbe ulaşamaz mısın?

Aşk
Aşk için ölünesi mi,
Aşk için kendinden vazgeçilesi mi
Aşk için darmaduman olmak ve ardından tekrar toplanmak mı..

Aşk
Aşk için herşeye katlanmak demek mi
Aşk için binlerce kere hayal kırıklığını göze almak demek mi
Aşk için yalnızlığından vazgeçmek
Aşk için güvenli bölgenden feragat etmek demek mi

Bu sefer hayat bana düşünme sorgulama
Kop git peşinden mi demek istiyor acaba
Aşk hep aynı kısır döngüde tükenmek demek mi

Ben gördüm bu senaryoyu
Oynadım bu oyunu yeter

Tamam hayat özür dilememi istiyorsun anladım ben
Özür dilerim, sana söylediğim herşey için
Tüm kafa karışıklıklarım için
Özür dilerim...

Aşk beş para etmezmiş.. Herkes layığını bulurmuş..anladım..

22 Kasım 2010 Pazartesi

Bundan sadece bir kaç gün önce hayata dair tamamen umutsuzken şimdi içim içime sığmıyor. Gerçekten gecenin en karanlık anı güneş doğmadan hemen öncesiymiş yada dibe vurunca hayat yüzüne gülüyormuş..
Bu konuşmalar oysaki bana çok boş gelir olmuştu.. Kendimi kendi içime bir daha ulaşamayacağım kadar derine gömmeye hazırlanırken, yeniden coşan içim, açan tüm çiçeklerimin kokusu ile büyülendim sanki..

Umutmuş gerçekten insanı yaşatan ve sevmekmiş ayağa kaldıran.. Hissetmekmiş herşeyi anlamlı kılan ve evet yaşanan herşeyin bir anlamı varmış..

Umut nasılda güzel bir hismiş, unutmuşum.. Bunun için şükredebilmek lazım.. Hayatta hiçbirşey umutsuzluk kadar kötü değilmiş.. Bunun için, yeniden içimde bir umut doğurduğun için teşekkürler tanrım..

19 Kasım 2010 Cuma

Sıpaaaaa Gettiiiiii:):)


9 günlük bayram tatilimi evde tezimle ve uzun zamandır başbaşa kalamadığım kendimle değerlendirmeye karar vermiştim. Şu anda bayramın 3. günündeyiz ve ben 2 kilo aldım bile. Tabi kendim için faydalı şeylerde yaptığımdan şu anda bunu çok fazla kafaya takmak istemiyorum. 2 kilo nedir ki 15 günde hallederiz:) hıh :)

Herneyse az önce akşam yemeğini hazırlamak üzere mutfağa girdim. Amacım arife günü aldığım bir sürü sebzeyi çürütmeden bir yemek haline dönüştürmekti ancak canım fazlada uğraşmak istemiyordu.. Ne yapsam derken dolaptaki mantarları çıkardım. Mantarlı bi sos ve makarna yapacaktım, hem pratik, hem kolay hemde kısa sürede hazır olabilecek birşey.. Nasılsa battı balık yan gider:)

Sonuç olarak bulduğum sosou beğendim ve sizlerle paylaşmaya karar verdim.

350gr soyulmuş, doğranmış mantar
2 yemek kaşığı domates salçası
4-5 dilim hellim peyniri
Pesto sosu yada fesleğen ve 2 diş sarmısak
Ve 1 paket Barilla spagetti:)

Makarnamızı haşlayıp bir kenara ayırıyoruz. Tenceremizin içerisinde çok az (1 çay kaşığı) zeytinyağını döküyoruz ve üzerine mantarlarımızı ekliyoruz. Mantarları sotelerken çay kaşığının ucuyla çok az tuz atıyoruz, mantarın çiğ kokusunu alması için. (Bu arada mantarlarınızın çabuk pişmesi için orta kalınlıkta doğranmış olması gerekiyor, isterseniz sıcak suyla yıkamayı da tercih edebilirsiniz ) Mantarları 10 dakika tencerede soteledikten sonra üzerine 2 yemek kaşığı domates salçasını ekleyip karıştırıyoruz, 2 çay kaşığı pesto sostu yada başka bir kapta 1-2 diş dövülmüş sarmısak, 1 çay kaşığı zeytinyağı, ve 2 çay kaşığı fesleğeni karıştırabilirsiniz de:)
Pesto sosunu ilave edip eski tabirle iki tıkırdattıktan sonra, hellim peynirlerini küçük küçük küp küp doğrayıp ilave edin. 1-2 dakika kısık ateşte çevirdikten, peynirler hafif eridikten sonra makarnamızı ilave edip karıştırıyoruz.

İşte bu kadar kolay, hazırlaması yoplamda 20 dakikayı geçmiyor, hem kolay hem lezzetli.. Yanına da süzme yoğurdu tavsiye ederim..

Bi tavsiyem daha olacak, tek başına yemek gerçekten keyif vermiyor bu yüzden bir dahaki sefere sevgili dostlarımı da çağırıp, onlar üzerinde de lezzet testimi yapacağım..

Nihahha şükürler olsunki en az benim kadar obur bir deney grubum var:)

Afiyet olsun...

9 Kasım 2010 Salı

Tutsak

Hayatıma sahip çıkamadım
İçimdeki uyumsuzu açığa vuramadım
Kolaya kaçtım, yara almaktan korktum
Beni bırakın
Hayatıma sahip çıkamadım

Bütün mutlu hayatlara özenmem
Nedeni budur
Ben mutlu olamadım
Hayatıma sahip çıkamadım
Yeteri kadar güçlü olamadım
Beni bırakın
Ben kendim olmayı başaramadım

Kendimi bir odaya hapsettim
Parmaklıklı küçük penceremde
Güvercinler besliyorum
Bedenim tutsak değil belki ama
Ruhum şu küçücük odama tutsak
Ruhum bedenime bedenlerinize,
Ruhum tüm ananelerinize
Ruhum tüm doğrularınıza, kalıplarınıza tutsak..

Bende onu hapsettim odama,
Sabah çıkarken kilitliyorum odama
Akşam geldiğimde uykuya hapsediyorum
Çıkmak için debelenirse
Pasifloraya..

Ruhum çığlık çığlığa
Elimde bir kefen
İçine hapsediyorum
Dünyaya tutsak, insanlara tutsak
Bu esaretki içimi kemiren..
Benim özgür ruhum
Bedenime tutsak..

Esaret dört duvar arasında değil
Esaret bedende
Esaret beyinde
Esaret düşüncelerde
Esaret doğrularda
Esaret cesaretsizlikte
Esaret hapiste değil
Esaret benim içimde
Bedenim bu hayata
Ruhum doğrularıma
Aşkımda sana tutsak..

Geçemez bir adım öteye sevdam
Sevdam kendime
Kendime rağmen tutsak..
Powered By Blogger
 
;