12 Aralık 2010 Pazar

Herşeyin yaşanmasının bir nedeni var,
Umutsuzluğa düşmenin anlamı yok,
Hayatı acısı tatlısıyla,
Kucaklayabildiğin kadar hissediyorsun.

Bir yolda ilerlerken
Durup kendine bakabildiğin kadar
Kendin olmayı
İnsan olmayı becerebildiğin kadar çoksun.

Yüreğindeki tüm çiçeklerin kokusunu duyduğun ölçüde
Ve çiçeklerinden insanlara verebildiğin kadar
Yaşıyorsun.

28 Kasım 2010 Pazar

Yalnızlığım bana ait
Aşkımda bana
Sana ait olan
Sana dair olan pek çok şey var
Vardı..

Ruhum bana ait,
Körkütük sevdam
Acılarım ve mutsuzluklarımda
Onları ben yaratır ben okşarım
Ben büyütür ben yokederim..

Oyun kurmam, oyunlar oynamam
İstediğin kişi benim
Ben senin içindeyim
Sen ne kadar başkalarını koymaya çalışsanda
Ben senin kalbindeyim..

Beni acıttıkça kendini acıtırsın farkında değilsin
Benim hayatımı kabusa çevirmeye çalıştıkça,
KEndini uçuruma atarsın
Düşersin de yere çarpmadan farketmezsin
Bi kere tuttum elinden tam düşerken
Bi daha tutmam bilesin..

25 Kasım 2010 Perşembe

Küçük Şehirler Büyük Yürekler

Üzgünüm ama bu konuda mütevazi olamayacağım ve evet belki biraz kendimi ve çevremi öveceğim.. Burada bir tek parantez açmak istiyorum, yazımda bir genelleme yapacağım ancak yine de bu genellemenin içine girmeyen arkadaşlarımda var çevremde, lütfen üzerinize alınmayın..


İstanbul’a geleli 3 sene oldu ve insanları hala anlayabilmeyi başarabilmiş değilim ve sanırım başaramayacağımda..Geçen gün annem tanıyı koydu, “Bunlar İstanbul şımarığı kızım, aman uzak dur” diye. Şımarıklık mı bu, kaybolmuşluk mu, çokluk içerisinde yokluk mu yoksa görmüş geçirmiş bence geçirememişlik mi anlayamadım. Bu şehre geldiğimden beri insanlarda fark ettiğim en belirgin özelliklerden biri ukalalık, bu şehirde iyi kötü, aptal salak, zengin fakir, herkes kendini bir halt sanıyor öncelikle. Daha merhaba diyip elini sıkmak için uzattığın anda kocaman, kapkalın ve buz gibi bir zırh kaldırıyor sana karşı. O zırhın arkasına da kocaman egolarını koyuyor ve daha bismillah demeden senin gerizekalı yada dökük bi tip olduğuna karar verip, ezmeye çalışıyor. Bu ezme olayı bazen hareketlerini yargılayarak, bazen araba anahtarını göstererek, bazen inanamayacaksınız ama iphoneları ile gerçekleşiyor.

Şu ezme muhabbetini biraz daha açayim, bu şehre geldiğimde kendimi küçücük hissettim, başarısız, çulsuz, beceriksiz küçücük çünkü insanlar o kadar sağlam duruyorlar ki ve o kadar kendilerine güveniyorlar ki.. Ama o zırhlarının ardında sakladıkları insanları görmeye başlayınca işler tersine döndü.. Lisedeki, üniversiteki arkadaşlarımı tekrar buldum, nerdeyse hepimiz İstanbul’dayız ve onları İstanbul’lu (İngilizcede bir ek vardır –pre , ön demek), pre arkadaşlarımla kıyasladıkça ne kadar yürekli, aklı başında, mütevazi olduklarını anladım ve değerleri benim gözümde bir kat daha arttı.

Konuyu dağıtmadan toparlamak istiyorum, bu şehrin insanları, kendini bilmezlik derecesinde küstahlaşabiliyorlar bazen, burada doğmuş ve büyümüş olduklarından kendilerine ekstra güveniyorlar ama iş sıkıya gelince arkalarına bile bakmadan kaçıyorlar, hatır gönül anlayışları bi garip, insana bakış açıları diye bir şey yok zaten.. Onlar için bir tek kendileri birde birkaç çocukluk yada üniversiteden arkadaşları var, karşılıksız, iyiliğine kıllarını bile kıpırdatmıyorlar.. Yapıyorlarsa bi iyilik bilmek lazım ki bir çıkarları var sizden.. Deli oldum psikopat oldum ya, insanları anlayacağım ve kendimi düzgün ifade edeceğim diye, oysa bugüne kadar hiç böyle sıkıntılarım olmamıştı.. Uzun zaman önce bi karar aldım, kendimi ifade edebileceğim insanlar değiller, o kadar farklı pencerelerden bakıyoruz ki dünyaya.. Kendi kısır döngülerinde kaybolmakta pek çoğu ne yazık ki.. İnançsızlıktan, inançtan kastım, sevgiye, insana, aileye inanç, sapır sapır dökülüyorlar.. Değer yargıları bi başka, enteresan, adamına göre sanki.. Biz diyeceğim, biz siz diye böleceğim ama, bizde işler gerçekten çok farklı.. Egolarda, oyunlarda, hırsta daha bi anlaşılır, katlanılabilir düzeyde.. Nerde durmamız gerektiğini biliyoruz en azından. En azından hala değer yargılarımız var ve onlara sahip çıkmaya çalışıyoruz.. Benciliz ama insana değer vermeyide biliyoruz.. Evet bu çok önemli, değer vermeyi biliyoruz..

Eğer sizde buna benzer şeyler yaşıyorsanız, aldırmayın.. Gerçekten bi gariplik var, hani bize ailelerimizin öğrettiği o en basit haliyle, iyilik, nezaket, güven, yardımseverlik gibi duyguların yerini alan başka, bana göre siyah onlara göre gri renkli duyguları var..

O yüzden dedim ya, küçük şehirler hakkaten büyük yürekler doğuruyormuş..

24 Kasım 2010 Çarşamba

Aşk nedir?
Sevdiğin kadının eline verdiği bir mandolinle ona seranat yaparken, aslında başka birini sevdiğini öğrenmek..
Sevdiğine muhtaçken korkup gitmesi mi, gitme demene rağmen seni bırakması mı..
Kendine göre nedenlerle telefonlarına cevap vermemesi mi sevdiğinin..

Aşk
Herzaman acı mı, her zaman kanatır mı
Böyle insanı hezeyanlara sürükler, ruhunu örseler, deler geçer mi?
Aşkın kanırtması insanı duvar gibi tepkisiz yapar mı
Birileri kalbine taş basar sonra sen ne yaparsan yap  o kalbe ulaşamaz mısın?

Aşk
Aşk için ölünesi mi,
Aşk için kendinden vazgeçilesi mi
Aşk için darmaduman olmak ve ardından tekrar toplanmak mı..

Aşk
Aşk için herşeye katlanmak demek mi
Aşk için binlerce kere hayal kırıklığını göze almak demek mi
Aşk için yalnızlığından vazgeçmek
Aşk için güvenli bölgenden feragat etmek demek mi

Bu sefer hayat bana düşünme sorgulama
Kop git peşinden mi demek istiyor acaba
Aşk hep aynı kısır döngüde tükenmek demek mi

Ben gördüm bu senaryoyu
Oynadım bu oyunu yeter

Tamam hayat özür dilememi istiyorsun anladım ben
Özür dilerim, sana söylediğim herşey için
Tüm kafa karışıklıklarım için
Özür dilerim...

Aşk beş para etmezmiş.. Herkes layığını bulurmuş..anladım..

22 Kasım 2010 Pazartesi

Bundan sadece bir kaç gün önce hayata dair tamamen umutsuzken şimdi içim içime sığmıyor. Gerçekten gecenin en karanlık anı güneş doğmadan hemen öncesiymiş yada dibe vurunca hayat yüzüne gülüyormuş..
Bu konuşmalar oysaki bana çok boş gelir olmuştu.. Kendimi kendi içime bir daha ulaşamayacağım kadar derine gömmeye hazırlanırken, yeniden coşan içim, açan tüm çiçeklerimin kokusu ile büyülendim sanki..

Umutmuş gerçekten insanı yaşatan ve sevmekmiş ayağa kaldıran.. Hissetmekmiş herşeyi anlamlı kılan ve evet yaşanan herşeyin bir anlamı varmış..

Umut nasılda güzel bir hismiş, unutmuşum.. Bunun için şükredebilmek lazım.. Hayatta hiçbirşey umutsuzluk kadar kötü değilmiş.. Bunun için, yeniden içimde bir umut doğurduğun için teşekkürler tanrım..

19 Kasım 2010 Cuma

Sıpaaaaa Gettiiiiii:):)


9 günlük bayram tatilimi evde tezimle ve uzun zamandır başbaşa kalamadığım kendimle değerlendirmeye karar vermiştim. Şu anda bayramın 3. günündeyiz ve ben 2 kilo aldım bile. Tabi kendim için faydalı şeylerde yaptığımdan şu anda bunu çok fazla kafaya takmak istemiyorum. 2 kilo nedir ki 15 günde hallederiz:) hıh :)

Herneyse az önce akşam yemeğini hazırlamak üzere mutfağa girdim. Amacım arife günü aldığım bir sürü sebzeyi çürütmeden bir yemek haline dönüştürmekti ancak canım fazlada uğraşmak istemiyordu.. Ne yapsam derken dolaptaki mantarları çıkardım. Mantarlı bi sos ve makarna yapacaktım, hem pratik, hem kolay hemde kısa sürede hazır olabilecek birşey.. Nasılsa battı balık yan gider:)

Sonuç olarak bulduğum sosou beğendim ve sizlerle paylaşmaya karar verdim.

350gr soyulmuş, doğranmış mantar
2 yemek kaşığı domates salçası
4-5 dilim hellim peyniri
Pesto sosu yada fesleğen ve 2 diş sarmısak
Ve 1 paket Barilla spagetti:)

Makarnamızı haşlayıp bir kenara ayırıyoruz. Tenceremizin içerisinde çok az (1 çay kaşığı) zeytinyağını döküyoruz ve üzerine mantarlarımızı ekliyoruz. Mantarları sotelerken çay kaşığının ucuyla çok az tuz atıyoruz, mantarın çiğ kokusunu alması için. (Bu arada mantarlarınızın çabuk pişmesi için orta kalınlıkta doğranmış olması gerekiyor, isterseniz sıcak suyla yıkamayı da tercih edebilirsiniz ) Mantarları 10 dakika tencerede soteledikten sonra üzerine 2 yemek kaşığı domates salçasını ekleyip karıştırıyoruz, 2 çay kaşığı pesto sostu yada başka bir kapta 1-2 diş dövülmüş sarmısak, 1 çay kaşığı zeytinyağı, ve 2 çay kaşığı fesleğeni karıştırabilirsiniz de:)
Pesto sosunu ilave edip eski tabirle iki tıkırdattıktan sonra, hellim peynirlerini küçük küçük küp küp doğrayıp ilave edin. 1-2 dakika kısık ateşte çevirdikten, peynirler hafif eridikten sonra makarnamızı ilave edip karıştırıyoruz.

İşte bu kadar kolay, hazırlaması yoplamda 20 dakikayı geçmiyor, hem kolay hem lezzetli.. Yanına da süzme yoğurdu tavsiye ederim..

Bi tavsiyem daha olacak, tek başına yemek gerçekten keyif vermiyor bu yüzden bir dahaki sefere sevgili dostlarımı da çağırıp, onlar üzerinde de lezzet testimi yapacağım..

Nihahha şükürler olsunki en az benim kadar obur bir deney grubum var:)

Afiyet olsun...

9 Kasım 2010 Salı

Tutsak

Hayatıma sahip çıkamadım
İçimdeki uyumsuzu açığa vuramadım
Kolaya kaçtım, yara almaktan korktum
Beni bırakın
Hayatıma sahip çıkamadım

Bütün mutlu hayatlara özenmem
Nedeni budur
Ben mutlu olamadım
Hayatıma sahip çıkamadım
Yeteri kadar güçlü olamadım
Beni bırakın
Ben kendim olmayı başaramadım

Kendimi bir odaya hapsettim
Parmaklıklı küçük penceremde
Güvercinler besliyorum
Bedenim tutsak değil belki ama
Ruhum şu küçücük odama tutsak
Ruhum bedenime bedenlerinize,
Ruhum tüm ananelerinize
Ruhum tüm doğrularınıza, kalıplarınıza tutsak..

Bende onu hapsettim odama,
Sabah çıkarken kilitliyorum odama
Akşam geldiğimde uykuya hapsediyorum
Çıkmak için debelenirse
Pasifloraya..

Ruhum çığlık çığlığa
Elimde bir kefen
İçine hapsediyorum
Dünyaya tutsak, insanlara tutsak
Bu esaretki içimi kemiren..
Benim özgür ruhum
Bedenime tutsak..

Esaret dört duvar arasında değil
Esaret bedende
Esaret beyinde
Esaret düşüncelerde
Esaret doğrularda
Esaret cesaretsizlikte
Esaret hapiste değil
Esaret benim içimde
Bedenim bu hayata
Ruhum doğrularıma
Aşkımda sana tutsak..

Geçemez bir adım öteye sevdam
Sevdam kendime
Kendime rağmen tutsak..

18 Ekim 2010 Pazartesi

The Great Gatsby

The Great Gatsby, lisedeyken Oxford Yayınlarından Stage 5 seviyesinde okuduğum bir kitaptı. Ne anlattığı umrumda olmayan, alabildiğine saçma bulduğum ve mecburen okumak zorunda olduğum bir roman daha.. Neticede ilk, orta ve son sayfalar okunur, üzerine özet kısmıda eklenir, vaktim varsa özetini hakkıyla çıkaran bi arkadaşın yazısını da okur aklımda kalanları karalayıverirdim öylece...

Bugün Kdergide, Begüm Başoğlu'nun yazısı ile anımsadım o günleri.. Herneyse konumuz bu değil.. Kitabın konusunu yazıyı okuyunca hayal meyal hatırladım.. Gatsby'nin Daisy'e olan büyük aşkı.. Kısaca Gatsby Daisy'e aşıktır ancak Daisy'nin gözü paradadır. Bir zamanlar Daisy'de Gatsby'i sevmiştir ancak Gatsby askere gittiğinde kendisi gibi paraya tapan Tom ile evlenmiştir. Gatsby yıllar sonra çok zengin olur ve Daisy'i artık hakkettiğini, bundan sonra beraber olacaklarını düşleyerek bir malikane yaptırır ancak Daisy'nin hayallerinde büyüttüğü kadınla alakasının olmaması onun hazin sonunu hazırlar..

Hikaye ne kadar tanıdık değil mi? Eminim hepimizin hayalinde büyüttüğü ve kendini ona layık görmediği, bedenlerle hayallerin bir türlü bağdaşamadığı aşkları olmuştur.

Aşk aslında çok güçlü bir duygu, içinde bulunduğun zaman ruhu bedenden taşıracak kadar güçlü ancak saman alevi gibi geçicide aynı zamanda.. Bu geçicilik aslında hayal kırıklığını herseferinde daha can acıtıcı yapan. Aslında kimse birgün biteceğini düşlemez aşık olurken, hatta bitmesinden korkarak başlar ilişkiler.. Ancak o yada bu nedenle o gün gelip çattığında elinde kocaman anı demetleri ile ahmak ıslatanın altında sıçan gibi olur, mal mal durursun.. Hatta bir süre öylece durursun..

Nedeni nedir kimse tam olarak çözebilmiş değil yeni nesil ilişkilerin kısa ömürlerinin ancak; aşk yaşayarak çoğalan, çoğaldıkça da dönüşüme uğrayan bir duygu olmalı sürdürülebilitesinin olması için.. Dönüşüm dediğim, aşk sevgiye dönüşebilmeli, dostluğa, sırdaşlığa dönüşebilmeli kanımca.. Bazen çocuklar gibi kudurabilmeli sevdicekle, bazen deliler gibi kavga edebilmeli yada çılgınlar gibi sevişmeli.. Herşeye rağmen sevmeyi bilmeli, egoları devredışı bırakıp, kendine rağmen sevebilmeli.. Saygıyı belki sevginin bile üzerinde tutabilmeli.. Dipdibe, bıcık bıcık olmadan mesafeleri yokedebilmeli.. Demesi çok kolay tabi uygulamada çufluyoruz zaten ama en azından düşünüyoruz, düşlüyoruz, kurguluyoruz ve ben böyleyim demeyip öğrenmeye çalışıyoruz..  Sevmeyi öğrenmek için emek harcıyoruz..

Tekrar yazıya dönmem gerekirse, orda herkesin birer bahçesi olduğundan bahsediyor yazar: Kimi zaman kendi bahçemizi o kadar güzelleştiriyor, ona o kadar alışıyoruz ki, bir başkasının bahçesine girmek dahi içimizden gelmiyor..Aşklarımızı kendimizinkinde ağırlayalım istiyoruz.. Kimi zamanda başkasının sahip olduğu bahçe bizi büyülüyor ve hiç düşünmeden oraya adımımızı atıyor, günlerimizi, yıllarımızı orada geçirmek istiyorduk diye devam ediyor..


Ben ise bahçesini güzelleştirmek için emek gösteren ve bahçesini seven bir insana değer verebilirim çünkü bende kendi bahçemi güzelleştirmek için elimden geleni yapıyor ve hergeçen gün onu daha da çok seviyorum. Keşke kimse kimsenin bahçesine geçiş yapmasada, bahçelerin arasındaki duvarları yıksak.. Herkes kendi tarafını istediği gibi ekmeye devam edebilse mesela.. Herkes kendi tarafını istediği gibi güzelleştirse ve günün sonunda dönüp bahçemize baktığımızda ikimizinde zenginliklerini taşıyan, o kocaman eserle gururlanabilsek..  İki bahçenin farklılıklarını yoketmeye çalışmasak, aksine onları sevsek.. Gece karanlık çöktüğünde ise hamağımıza yatıp beraberce ayı izleyebilsek..

8 Ekim 2010 Cuma

Ratatouille {Yaratıcılık}

Son zamanlarda değişken ruh halimi daha da zıppır bir hale getirmemek için animasyon izliyorum. Daha önce bir iki animasyon denemem olmuştu ancak son zamanlarda sadece anime izler oldum ve izlediğim her animenin birbirinden iyi olması beni etkiledi.

Burada size az önce izlediğim Ratatouille isimli animeden bahsedeceğim.  Ratatouille'de yemek yemenin karın doyurmaktan çok öte bir zevk, bir sanat olduğuna inanan bir farenin ahçılık aşkı anlatılmakta. Senaryoda işlenen aslında ne olursak olalım, nerde olursak olalım yada nereden gelirsek gelelim vazgeçmediğimiz ve aşkla çalıştığımız sürece bir gün birilerinin yaratıcılığımızı farkedebileceği.

Senaryo, o kadar yalın bir şekilde hazırlanmışki, filmi izleyen her yaştan insan rahatlıkla anlayabilir. Gün geçtikçe dahada kompleksleşen hayata ve bu trende ayak uydurmaya çalışan yapıtlara inat, sadeliğinde etkileyici olabildiğini ,bana göre,ıspatlayan bir film. Unutmamak lazım ki filmde verilen mesajlar, çok net ve aslında birşeyler yaratmaya gönül vermiş, o ateşi, tutkuyu içinde hisseden ve onsuz yaşayamayacağını anlayan insanlara, hayatın akışında gözden kaçırdıkları nüansları hatırlatır biçimde..

Filmin bana hissettirdiklerine gelince.. Pek çoğumuzun yetenekleri ailesi ve yakın çevresi tarafından görmezden gelindi ve hala gelinmeye çalışılıyor. Ne yazık ki yine iyiliğimizi düşünerek, ata mesleği , filmdeki biçimiyle, çöpçü fareliğe talim etmek durumunda bırakılıyoruz. Yeteneklerimizi birşeyler yaratmakta kullanamasakta, diğerlerinden farkımız iç güdülerimiz, duyularımızın gelişmişliği ve yaratıcı zakamız bir şekilde denetim işlerinde kullanılabiliyor. :) Ancak yine filmde olduğu gibi, sanatçı ruhlu bir fare, zehirli yiyecekleri ayırt edebildiği için, sülalenin besin kaynaklarını denetliyor ve ailesi bundan ne kadar gururlansada, hiçbir zaman içindeki ateşin zincire vurulmuş ruhunu yakıp kül etmesine malesef engel olamıyor.

Aslında belki insanlara açıklayamadığımız, ben sizden farklıyım derken, bu farkın nasılını anlatamamamızın nedeni ve belkide sonucu, yine yaratma tutkumuz. Ben yaratıcılığın bize bahşedilen bir yetenek mi yoksa içimize yerleştirilen bir lanet mi olduğuna henüz karar veremedim çünkü birşeyler yaratma isteği tam anlamıyla ağzını sıkıca kapatıp ocağa koyduğumuz düdüklü tencere gibi, düğünden havasını almazsak, açmaya çalıştığımızda patlar. Demek istediğim o ki, daralmalarımız, kaçmak istemelerimiz, anksiyete nöbetlerimiz, en iyi ihtimalle pasifloraya sığınmamız, birbirimizi bulduğumuzda asla kopamamamız, birbirimizle en azından konuşmaya yaşam destek ünitesi gibi ihtiyaç duymamız, bile bile yanlış kararlar almamız, hep bir acelemizin olması, hiçbir zaman tatmin olamamamız, biraz belki beğenilme açlığımız, başımıza buyrukluğumuz, zevk hatta eğlence düşkünlüğümüz, toplumsal sorumluluklardan mümkün olduğunca uzak durmak istememiz, ne olursa olsun birbirimizi sevmemiz, insanları belki haddinden fazla sevmemiz ve onlara değer vermemiz, kırgınlıklarımızdan hissettiğimiz acı frekansının çok yüksek oluşu, beynimizde noronların sıçrama aralığının yüksek oluşunun yarattığı uçlarda salınan duygularımız.. yani sizlerin anlamlandırmak istemediği ama bizi birbirimize bağlayan ortak noktamız.. yaratma tutkumuz..


Belki hiçbir zaman cesaret edemeyeceğiz, kendi sanat eserlerimizi yaratmaya, belki de biz yaratacağız da insanlar beğenmeyecekler.. bunu bilemeyiz ancak bildiğim şey hep daha iyisini yaratabilmek için sadece kendimize karşı ciddi mücadeleler, hatta bazen kanlı savaşlar vereceğiz. Sürekli kendimizi aşmak için çabalayacağız. Bazen kendimize ilham katmak için bile bile yanlışlar yapacağız.. Ama bildiğim o ki hayatı bir yemek gibi, koklayıp, yudumlayıp, bazende bizde yarattığı hazzı hissetmek için gözlerimizi kapayıp, düşleyerek yaşayacağız.

Toparlamak gerekirse, diyeceğim o ki; yaratıcılık bir tutkudur ve sonsuzdur.. Ona iç gözlerinizi kapasanızda, onu zihninizin derinliklerine hapsetmeye çalışsanızda yada etrafınızdakiler dışarı çıkarmanızdan korksalarda, değişen birşey olmayacak.. Sanırım yaratıcılık, onu tutku ile kullanmayı öğrenebilirsek yeteneğe, ona yıkamadığımız zihinsel duvarlarımız nedeniyle kapılarımızı kapamaya kalkarsakta, lanete dönüşecek. Seçim bizim..

;)

1 Ekim 2010 Cuma

içimde kalan

Hani çocukken her geçişinde oyuncakçı dükkanının önünden
Farklı bir oyuncağa takılır gözün
Alalım mı diye masum ama bi o kadar muzur gözlerle annene bakarsın
Kıramaz seni, gücü yettiğince alır istediğini..

Bazende öyle bir oyuncağı beğenirsin ki
Derler hep sana göre değil o
Neden bana göre değil dediğinde
Hep bi başkasına ait olduğunu söylerler..

Vitrinin önünden her geçişinde gözün takılır
Canın çeker, iç çeker, geçer gidersin..

İşte sende öylesin..
Vitrinde tüm ihtişamınla dururken,
Hep bi başkalarının olduğu için
Uzanmaya cesaret edemediğim.
Hergördüğümde içimi sızlatan
Çocukça bi heyecanla istediğim,
İçimde kalan..

27 Eylül 2010 Pazartesi

Bu benim ilk blogumdu ve aslında bir nevi denemeydi.. istediğim gibi oldu aslında ama yetmemeye başladı artık.. Bundan sonra daha farklı bi konseptte, benden uzak olsa bile hayata daha yakın yazılar yazma kanaatindeyim..

Takip edenlere belkide minik süprizler yaparım..

Herkese teşekkürler..

23 Eylül 2010 Perşembe

insan etik değerleri ile çeliştiği için hayatının aşkından vazgeçmeli mi? bu nasıl imkansız bi seçimdir! hayat sonuna kadar böyle kendine sürgün aşka hasret mi geçip gidecek.. yaklaştığın zaman ellerin kirlenecek, uzaklaştığındaysa kalbin küflenecek!

21 Eylül 2010 Salı

kandırıldık..

Kim ne derse desin ayıplar, günahlar, yasaklar ülkesinde büyüdük biz. hep birşeylere dokunmamız yasaktı, hep birilerine göre davranmamız hep belli bir kalıba göre hareket etmemiz beklendi.. Lisede miniyi biraz kaçıran, saçlarını toplamayanlarımız ceza aldı, sakalı 2 günlük olanlar saçı amerikan olanlar hakarete uğradı.. Kurallara uyduğumuz zaman cici öğrenci olduk, itiraz edip karşı geldiğimiz zaman anarşist ruhlu işe yaramaz velet..Hep itiat etmemiz beklendi, önce babalarımıza sonra analarımıza, sonra belki abi ablalarımıza, okulda öğretmenimize..  Hep boyun eğmeli doğru olduğu iddia edilenleri yapmalıydık..

Nede olsa doğru tekti ve açıktı, aksini yapamazdık.. Sınırlarımızı hiç zorlamadık ki biz, sınır dışında nasıl bir dünya var hep merak ettik ancak çizginin ötesi tehlikeliydi, sanki ötesinde hep siyah, kötü kokan, pis, iğrenç yaratıklar vardı bize zarar vermeye çalışan.. Geçemedik! Sınırlarımızı kaldırmaya, etrafımıza örülü duvarlarımızı yıkmaya, gözlerimize takılan at gözlüklerini çıkarmaya cesaret edemedik.. Hepimiz aynı gördük dünyayı, hepimiz benzer değer yargılarını benimsemek durumunda bırakıldık. Hiçbirimize hata yaparak kendi doğrularımızı bulma hakkı verilmedi..

Bizler tecrübesiz ama hayatı kitaplardan öğrenmeye çalışan yeni yetmelerdik.. Birşeyler üretmeye hevesli ancak fikirleri kısır veletler.. Aşklarımız da Türk Filmleri gibi bol acılı oldu.. Daha iyi markalar giymeye, daha iyi kuaförlerde saç kestirmeye daha elit cafelerde yemek yemeğe koşullandık.. Hep daha iyisi olmalıydık, hep daha ileriye gitmeli hep daha fazlasına sahip olmalıydık.. Çalıştık, iyi okullardan mezun olduk, iyi işler bulduk, para kazandık.. zamanla daha iyi telefonlara, bilgisayarlara, arabalara evlere sahip olduk..

Ama hiç tatmin olamadık.. tatmin olmayı bilemedik.. çünkü hep doğru olana kilitlenmiştik.. Doğru vardı haklısınız, doğru daha başarılı, daha çekici, daha güzel, daha akıllı hep dahası olmaktı.. ama olmadı işte bi noktada, bi yerde tıkandık.. Amerikan filmlerindeki giib mutlu sonla biten aşklarımız olmadı, hiçbirimiz CIA yada FBI tarafından aranırken türlü türlü aksiyonlar yaşamadık, peşimize kiralık katiller düşmedi, American Pie daki gibi bi kolej hayatı yaşamadık.. DEvil wears prada daki kadar güzel kıyafetlerimiz olmadı.. ve sonunda istifayı basıp bize deliler gibi aşık olan adama koşamadık..

Kandırıldık dostlarım, kandırıldık..

16 Eylül 2010 Perşembe

Çocukmuşuz..

Herkeste bi olgun görünme havası, bi ben büyüğüm edası.. Herkes akıl vermeye, söz söylemeye pek bi meraklı..
Eleştirmek, yargılamak, etiketlemek çok kolay.. Herkes her bir haltı yiyip başkasına cici görünmeye pek bi meraklı..

Bide eleştirmiyorlar mı günün sonunda, sen daha biraz çocuksun yada çocuksusun diye.. Nedir bu büyük olma sevdanız anlamadım ki ben.. Anlasam belki hakkaten var bi keramet bu büyüklükte dicemde bende değişmeye çalışıcam..

Hani espiriler yapıp insanları güldürmekse çocukluk,
Çocuk dediklerinde aldırmayıp neşesini şekerler, çikolatalar arasında düşmüş bi çocuk gibi  çılgınca göstermekse,
Taksimde şarkı söyleyip sekerek yürüyebilmekse,
Hala pamuk şeker görünce heyecanlanmaksa,
İnandığı şeyleri yaşarken yara alıp, herşeye rağmen değdi oohh bee demekse,
Biri canını yaktığında lafını sakınmamaksa,
Üzüldüğünde üzgünüm işte ne var demekse
Kızdığında yaklaşmayın 100 Kobra gücündeyim şu an hepinize yeterim demekse,
Hala hayal kurabilip peşinden koşmaya çalışmaksa,
Ümitsizliğe düştüğünde dudaklarını büküp ağlamaksa,
Arada içkiyi birazcık kaçırıp çakırkeyif olmaksa,
Hazır olmadığı birşeyle karşılaştığında, üzgünüm ama hazır değilim, henüz bunu deneyimleyemem diyebilmekse,
Herkesin karşına geçip ya beni anlarsınız yada umursamazsınız demekse..
Etrafındakileri çok sevip, bu sevgiden yara aldığında tırnaklarını çıkarıp cırmalamaksa,
Biraz bazen hayatın akışının karşısında dikilmeye çalışıp,
"Gitmiyorum lan, sen nereye akarsan ak, ben burda duruyorum işteee" diye inat etmekse,
Sonunda yine tıpış tıpış kendini suyun akışına bırakmaksa,
Çok istediği şeyler olmayınca hayal kırıklığına uğrayıp isyan etmekse,
Acıyı da, hayal kırıklığını da, mutluluğuda, heyecanı da, tutkuyuda
İliklerine kadar hissetmekse...

Evet ben çocuğum.. Sizler hep büyük olun bense çocuk..

15 Eylül 2010 Çarşamba

Hani

Sana haksızlık yapmışım..
Nasılda kolay çıktı öyle ağzından
Üç kelime, herşeyin özeti sanki
Sana haksızlık yapmışım..

Tabi kolay değildir senin için
Belli zor olmuş buna kanaat getirmen
Geçip giden senelerden..

Hani hiçbişi önemli değil
Yaşandı bitti de..
Benim bu dipsiz inançsızlığımı napıcaz
Hani sana inanıyorum diyen o genç kızdan eser kalmadı da..
Hani öyle kör kütük bi inanmışlığım yoktu da..
İnanmak istemiştim, farklısın sanmıştım..
Değilmişsin oysa..

Anlamlar yüklemiştim sana, bize..
Biz diye bişi yaratmışım işte öyle
Şimdi düşününce..

En çok uyurken koydu biliyor musun
Uyurken sırtım boşluğa dayandı hep
Bi boşluğun koynuna girdim ben..
Hani alıştırmıştın ya keşke yapmasaymışsın.

İnsan biraz düşünür be adam
Biliyodun ne kadar korktuğumu aslında kırılmaktan
Ama aldırmadın tabi, hakkaten parçaladın be
Paramparça..

Affetmek benim haddime değil de
Elini bi daha tutmamaya yemin ettim ben
Bozamam!
Hani bi tarafta sen, bi tarafta kocaman ben
Bi daha vazgeçmem kendimden..
Tutamam işte öylece elinden..

Ama gidemem de fazla öteye
Öyle hep belli bi mesafe
Ne çok uzak nede yakın
Bi umut kadar uzağımda bi koku kadar yakınımda..
Ama hep bi mesafe..

Unuttum desemde umarsızca
Nereye unuttum, nasıl unuturum
yada neden unutayım ki seni..

İçimi bi daha kimse titretmedi senin gibi
Ama titretecek
Bi gün inan yeniden sıkışacak kalbim
Heyecandan dizlerimin bağı çözülecek
Bi gün yine birini düşünücem
Hasta olduğunda meyve götürücem
İlk zamanlar korka korka sokulucam
İçimde bi burkukluk
Evet burukluk değil burkukluk
Böyle bi eğrilik bi korkmuşluk bi acı
Üstü yara izi dolu sokak köpekleri gibi ürkek..

Çünkü ayrılıkta sevdaya dahil
Çünkü ayrılanlar hala sevgili..

Sen demiştin, belkide en güzeli budur uzaktan uzaktan..
Bi kere verildi bize bi şans,
Şımardık..
Su akar yolunu bulur derdin hep sonra
Ama söylemem lazım bu su bizi bi daha birbirimize kavuşturmaz..
Uzun zamandır bana yazmıyosun demiştin ya
Bak yazdım işte..

Ben artık senin omzunda gözlerimi yumamadıktan sonra
Ben artık senin kokunda uyuyamaz olduktan sonra
Ne yazılar yaşar aramızda nede şans barınız yakınımızda
Keşke demek isterdim ama vardır bi hayır bunda da
Hoşçakal, sana gel diyemedim, gitte diyemedimTümünü Göster
Ama bilirim ki sen gelsen ben zaten gidiciydim
O yüzden gelme sakın, bi kerecik benim için..

2 Eylül 2010 Perşembe

güzel

Çirkin insanları seviyorum, çirkin insanlarla konuşmak istiyorum.. farkettim ki çirkin olan sadece suratları, kalpleri çok güzel..
Güzel bi kadın olmak istemiyorum, vücuduyla suratıyla, çünkü farkettim ki o zaman geri kalanıyle ilgilenen yok..
Benim gibi kendinin iki katı yerin altında olan, onu taşımakta zorlandığı için bazen adım atamayan bi insan..
İstemiyorum güzel olmak, millet deli.. et kemik yığınıyız işte.. nedir derdi de çekiştirip durur kendini..

Duru oliyim sadece.. gözlerim anlatsın beni.. yeter işte.. gerisi boş, dünyevi..

esir

son zamanlarda bi ağzımın tadı yok
canım bişiler tatmak istiyo ama
neyi denesem aradığım lezzet değil
hani yiyorum ama öylesine

bi öylesine durumu almış başını gitmiş
hani herşey öylesine sanki
öylesine uyanıyorum sabahın köründe
işe gitmek için sokağa çıktığımda
tıpkı benim gibi öylesine kalkmış insanlarla kaşılaşıyorum
hani hepimiz para kazanmak için çalışıyoruz ama
günün sonunda öylesine yemek yedikten sonra..

hani bazen değiştiriyim diyorum şu öylesine kurulmuş düzeni
ama sadece öylesine çabalıyorum işte..
sanki don kişotumda öylesine sallıyorum kılıcımı yel değirmenlerine..

doş kişottan çok bahseder oldum son zamanlarda
hani pek çok şey değerini yitirip öylesineleştikçe
ben kendimi böylesine don kişota benzetir oldum da ondandır..

bi tat arıyorum, yeni bi lezzet
böyle damağımı yakacak yumuşak asit gibi
belki ardından hafif bi koku bırakacak
damla sakızı gibi belki bilmiyorum ki
hani böyle genzine doğru yayılan basit hafif bi koku..
sonra boğazından geçecek o koku ve yakıcılığı ile..
hani biranın ardından sigaradan bi nefes çekmek gibi dicem ama
denedim, aradığım tat oda değil..

bilemedim işte öylesine de içesim yok
ne bira nede sigara
hani sigara bağımlılık derler ya
öylesine içince oda bağlamadı ya..

benim en iyi dostum içkim sigaram demiş Tanju Abimiz..
ne güzel söylemiş..
ama benim onlar da değil be..
onlarda artık öylesine oldu çünkü..

bi öylesine bağlı olmadığım kendim varım heralde
bu bedene böylesine esir işte ben
bilmediğim için var mı bu bedenden ayrı bi ruh
bırakamam..
hani bigün beni yarıyolda bırakır diyede korkar
hor davranamam

ruhuma işlemiş zaten bi zehir
yerden yere vurur kendini kıvranır durur
bari bedenime iyi bakiyim de ikisini de aynı anda kaybetmeyeyim
kalmayayım ortada
o nedenle kusura bakmayın içkim ve sigaram
ben size değil ama siz bana esir..

..Dünyadan Bildiriyor..

Evet yaklaşık bir aylık uzay ziyaretinden sonra tekrar aranıza dönmüş bulunmaktayım.. Bu dönem içerisinde hayatımın düzenini nasıl bozarım, iyi giden şeyleri nasıl batırırım diye epeyce düşündüm.. Sadece düşünmekle kalmayıp eyleme bile geçmeye kalktım.. Neyseki evrenin sevgili kuluymuşum, öyle kozmik işaretler gönderdi ki yapamadım..

Enteresan zamanlarda cuk oturan insanlar bana sakın yapma dediler.. Kimileri tesadüfi bir tanışma kimileri ise yıllardır kemikleşen dostlar.. Galiba birileri hala beni seviyor, herşeye rağmen.. o ufak tefek ama bazen çileden çıkarıcı olan arızalarımı böyle elleriyle teker teker okşuyorlar.. Uyuzlaştığımda, dudaklarımı büküp dik dik bakışlar attığımda beni yatağa yatırıp gıdıklayan dostlarım :)) hepinize teşekkürler.. Telefonlarda uyuz uyuz konuşup delirttiğim ailemden de tekrar özür dilemeliyim sanırım..  Ne diyebilirim ki, beni sizler varettiniz.. janlarım.. janlarım..

Bir süredir üzerimde seyreden uyuzluk bulutlarının asıl sebebine gelelim.. bi kere tam bi adrenalin manyağı olan benim hayatımda heyecan oranı düştü.. Bünye alışık değil bu kadar tekdüzeliğe.. Ya yerinde duramıyo yada küsüp yataktan çıkmıyo.. bigün bişeyler dengeleyecek mi acaba beni.. umut ediyorum sadece:)Herneyse sıkılmaya başlayınca, tembelleşiyorum, tembelleşince sorumluluklarımdan kaçmaya başlıyorum, onlardan kaçınca yapılması gereken işler gün be gün kat be kat artıyor.. ve sonunda yangın var diye feryat figan kendimi vuracak yollar arıyorum.. hani bahsettim ya gidesi gelenlerden.. benim kalasım hiç yok ki..:)

Hep kızardım kendinden kaçmak için başkalarının ardına saklanan tiplere.. ben yapmamaya çalışırım genelde.. Kendime çok açığımdır, kendimle iyi geçinirim ama hani dost acı söyler derler ya yine kendime karşı bi o kadar acımasızım.. Bazen yine bu acımasızlık sınırlarımı zorluyorum ve kendimi fena hırpalıyorum..

Ya şöyle bi düşününce.. Kendime neden yükleniyorum ki.. bu sefer karar almıyorum.. akıntıya bırakıyorum.. su nasılsa yolunu bulur;)

1 Eylül 2010 Çarşamba

?

Aşk nasıl bişey?
Neye benziyor?
Ne renk, şekli nasıl?
Kokar mı bööle misler gibi?
Peki yenir içilir mi?
Tadı nasıl çilek gibi mi?
Nerde yaşar evi neresidir ?
Kaf dağlarının ardı gibi mi?
Neyle beslenir ne yer ne içer?
Üşür mü soğukta?
Peki parasız kalır mı oda bizim gibi?
Canı acıdığında kimden yardım alır?
Geldiğini anlamayı başaramazken gittiği nasıl anlaşılır ki?
Önce geldiğini varsayalım, alameleri nedir?
Sanki geliyorum demezde öylecene çöküverir üstüne
Kıpırdamana kaçmana fırsat vermeyecek şekilde kitler seni
Peki ne zaman gider?
Nasıl anlarsın gittiğini?

31 Ağustos 2010 Salı

kutuplardaki çekim kuvveti..

Sen dünyanın merkezisin..
Ben üzerinde yürüyorum.
Bazen ekvatora, bazen kutuplara yaklaşıyorum..
Ekvatorda senden kopuyorum, bazen ayın bazen güneşin çekimine kapılıp..
Ama bazen kendimi kutuplarda buluyorum,
Çekim kuvvetine karşı koymak anlamsız
Arkamı dönmüş kaçmaya çalışırken
Sana yaklaşıyorum..

Bi inanışa göre, ruhlar reankarne olduklarında bölünürlermiş ve ruh eşleri birbirlerini bulduğunda, bunun adı aşk olurmuş.. Mitolojiye göre de, eskiden kadın ve erkek aynı bedendeymiş.. ayrılan bedenler birbirini arar  dururmuş.. Ne kadar salakça değil mi? Yine de insan anlam veremediği ve karşı koyamadığı çekimlere maruz kalınca düşünüyo, acaba mı diye..

Ruh eşi olmak.. Ben bu kadar cesur ve net iken, senin o denli kaybolmuş oluşun.. Egolar ve tutku üzerine kurulmak istenen yeni bir oyun kokusu alıyorum.. Bazen kulağına eğilip, "bunu bana yapma!" diye avaz avaz bağırmak istiyorum.. Ama yapamam, senin bilmen lazım, öğrenmiş olman lazım.. Senin çok geç olmadan anlaman.. Ama inanıyo musun buna diye sorsan.. hiç.. Sanki daha önce beslediğim tüm umutlara, öldürmemek için o kadar uğraştığım inançlarıma inat..

Zaman düşer ellerimden yere
Oradan tahta boşa
SAatler çalışır izinsiz
Hep bir sonraya
REsimler sarı güneşsizlikten
Duygular değişir
Dostlar dağılır dört bir yana kendi yollarına..

Ve sen ben değirmenlere karşı bile bile birer yitik savaşçı..
Akarız dereler gibi denizlere, belki de en güzeli böyle..

Uçurtma uçar sözlüğümden
Geri gelmeyecek bir kuş
Yaşanmamış kırıntılar
SAdece bir düş..




oyun oynamak..

Oyunlar oynayalım..seninle..
Dersin çağırırken beni.
Bir öykü olalım seninle
Farklı diğerleri gibi değil

"Ego savaşları yapalım hadi çık karşıma"
Ne olur çağırma beni..
Sen git istediğin yere,
Benim yolum belli..

Vazgeçtin.. çekimine girip, o aptal oyunu oynamadım diye benden vazgeçtin.. oysa.. senin giderin yok..

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Bağlılık-Bağımlılık



Bi süredir lineer bir mutsuzluk ve umutsuzluk halindeyim.. bi süre daha böyle gidecek heralde.. yani hayattan beklentilerimi kestiğim anda sürekli bi mutluluk evresine giriyorum, bir şeyleri sorgulayıp, beklentilerimi gözden geçirmeye başladığımda bahsettiğim mutsuz-umutsuz moduna geçiş yapıyorum. yani insan hiç mi orta noktasını yaşamaz, mutlusundur, mutsuzsundur bide normaldir herşey, sorgulamazsın fazla mutlu muyum mutsuz muyum diye.. yok bende öyle bi ara evre..

Bazen hayatımın iplerini elimden kaçırdığımı hissediyorum. Ne yapmak istediğim yada nereye gitmek istediğim konusunda kafan çorba olmuş durumda.. Ne istemediğimi biliyorum ama ne istediğim yada ilk önce en çok hangisini istediğim konusunda bi fikrim yok.. Bide isteklerim için çaba sarfetmem gerekirken hiçbirşey yapamıyorum.. Hani ertesi gün baba bi sınavınız vardır ve sizhiçbirşey bilmiyorsunuzdur, nereden başlayacağınızı kestiremediğiniz için bi türlü çalışmaya başlayamazsınız.. sanki öyleyim.. yapmak istediğim şeylere odaklanamıyorum.. bunun başka nedenleri de var tabiiki.. bir sürü önceliğim var. işin kötüsü bu kafada önceliklerim içinde çaba sarfedemiyorum.. Sadece günü kurtarma modundayım..

Aslına bakarsanız herşeyi bırakıp gidesim var.. Hemde nasıl, bi süre kimseyi görmiyim, kimseyle konuşmiyim, görüşmiyim.. Kimsenin beni tanımadığı bi yere gidiyim istiyorum.. İzimi kaybettirmek, kelimenin tam anlamıyla izini kaybettirmek..
Nası güzel olurdu kimbilir..

Çok sağlam sandığım herşey birden bire çöktü
Daha ne oluyor derken beni de hayat bir kez daha yordu
Günlerdir uykum yok hayat buysa artık gücüm yok..

gibi bir isyan hayaleti ruhiyesine girebiliyor insan:) Çok teenage oldu, bende nefret ettim.. unutun yukarıdaki 5 satırı;)

Nasuh Mahruki demiş, benim öyle bazen gidesim gelir, hani nereye olduğunu bilmeden motoruma atlar giderim.. yol zaten götürür.. bide aynı adam bağımlılıklarınızdan kurtulun diyip durur.. Bre Özgür Ruh keşke herkes senin kadar şanslı olabilse.. Tuzu kuru olarak nitelendirmek zorundayım bu insanları malesef.. Ne güzel iş ya, gidesi geldiğinde gidebilmesi için gerekli tüm maddi olanakları sponsorlar tarafından karşılanıyo.. hani para çok önemli değil, insanı mutlu etmez zart zurt diyolar ya.. külliyen yalan, para ne yazık ki herşey demek.. paran yoksa istersen dünyanın en yetenekli müzisyeni ol, ölmeden önce keşfedilmen pek kolay değil..

Bi işim olmasaydı ne yapıyo olurdum acaba şu anda, o zamanda mutsuz olur muydum? Olurdum heralde.. Çünkü sorun çalışmak değil.. ben çalışamadığım zamanlarda çok daha mutsuzum.. sorun çalıştığın işin seni egosal, parasal ve duygusal açıdan tatmin etmemesi..

Ego+Para+His.. farkında olmadan güzel bi saptama yaptım heralde.. Bu üçü insan hayatının olmazsa olmazları.. karınla kocanla, ailenle, sevgilinle, arkadaşlarınla ve işinde bu üçüne dengeli bir şekilde sahip olmazsan mutlu olamıyosun..

Egonu tatmin etmek zorundasın, belirli bir oranda para kazanmalısın ve biraz heyecan, tutku hissedebilmelisin.. Yoksa otluğunla başbaşa kalıyosun işte aynen böyle.. İçindeki o kocaman boşluğa dolduramamanın yarattığı hiçlikte cabası..

Aslında içimden neler neler geçiyor ama.. yarın iş var, sunum ve rapor hazırlamam lazım, ee hala mezun olamadığım bir yüksek lisans programım var, onun için araştırma yapmam lazım ki içimde azıcık merak olsa, istek olsa başlayacağım.. dün gece uyumadım, e erken yatmam lazım, iş yerinde uyuklamamak için.. en kötüsüde şu muşmula suratımı yarın iş yerinde düzeltmiş olmam lazım..

Benim başına buyruk ruhum bütün bu bağlılıklara nasıl alışacak.. bu düzene girdiğim zaman sanki biri ruhumu silindirle eziyo gibi hissediyorum.. bu hislerden nası kurtulacağım.. hiç bir bağlılığı istemiyorum neden? bi tatile gitsem ama yalnız olabilsem keşke.. kimse olmasa keşke!!

Size Şebnem Ferah'tan Nefessiz Kaldım'ı gönderiyorum.. Link bulamadım malesef:((

13 Ağustos 2010 Cuma

Hayallerimizin Şerefine..

2010 senesine girmek üzereyken bir karar verdim, kendimi tanıyacaktım. Kendimi keşfedecek ve hayatıma kalıplarımdan, zorunluluklarımdan arınmış, kendim olarak devam edecektim. Bunun için kendime 2 sene verdim ve evet 8 ayım geçti bile. Bu süre zarfında ne kadar yol katettim, neler keşfettim diye düşündüğümde, bir arpa boyu yol gidemediğimi sandığım ve umutsuzluğa kapıldığım bir dönemdeydim, bu geceye kadar.. Hep derim hayat ne kadar enteresan diye, insanoğluda öyle:) tıkanıyorsun, tıkanıklığını açmak için pompa buluyosun olmuyo bi yerlerden basınç uyguluyosun olmuo.. derken vazgeçtiğin, bıraktığın bir anda üfleyiveriyosun ve pıt.. kir pas biriktiği yerden pıt diye çıkıveriyor ve tıkanıklığın açılıyor.

İşte bu gecede öyle oldu, kendimi hiçbişeyden anlamaz, beceriksiz diye suçlarken, konuşmaya başladım, ayrı kaldığımız zaman içerisinde neler yaptığımı soran kardeşimle.. Kendimi anlattıkça, keşfetmeye başladığımı farkettim, buda açıkçası umut verdi, birazcıkta içime su serpti.. Neyi mi keşfettim? Bi kere insan bir şeyler için çabaladığında öyle yada böyle karşılığını ufaktan ufaktan almaya başlıyormuş.. Bir kaç gün önce google amcada kendi adımı arattım.. Altıncı sayfaya kadar bendim;

Yazmak benim için yıllardır bir tutkuydu aslında.. Kendime güvenim olmadığından uzun yazılar yazmıyordum ama.. Şiir yazmaya çalıştım uzun yıllar hani düz yazı şiir arası, uyaksız ölçüsüz olanlarından.. Sonra baktım insanlar ciddi ciddi okumaya başladılar beni.. Heveslendim devam ettim.. 2008 yılına kadar.. Şiirlerim başka sitelerde de paylaşılmış, az biraz yayılmış:)

2008 yılında bi gece bir rüya gördüm, senfoni orkestrası eşliğinde bestem çalınıyordu, hayatımın en güzel rüyasıydı.. Tabi sabah kalktığımda parçayı hatırlamıyordum.. Ailem müzik yapmama hep karşı olduğu için, daha doğrusu hayatımın olmayacak bi yöne sapacağından korktukları için, engellemeye çalıştıkları müzik aşkıma devam edebilmek adına öyle birşey yapmalıydım ki.. söyleyecek söz bulamasınlar.. Beste yapmaya başladım, iyi kötü, doğru yanlış birşeyler yapabiliyordum.. fizy.com a adımı yazınca 3 tane bestem çıkıyor.. Tamam parçaların tarzları pek banada uygun değil, allah sizi inandırsın, kendi bestem diye söylemiyorum ama oturup dinlemem:)) Denedim sadece, bi şekilde oldu! Şimdiki hedefim, kendiminde severek dinleyebileceği parçalar yapıp, kendi tarzımı yaratmak.. Bu arada parçaları satmaya çalışırken, piyasanın içerisine ucundan kıyısından girmiş bulundum ve.. Müzik benim için bir aşksa ve ben mutlu olmak için bu işi yapıyorsam, bu işten para kazanmamalıydım.. Çünkü para için yaptığınızda, ilgilenen insanlar seni istedikleri tarafa yönlendirmeye çalışıyorlar..  Tek düşünülen ne kadar satacağı ve günün sonunda ne kadar para kazandıracağı.. Şimdi müzikle ilgili tek hayalim, soul, jazz, blues, funk tınıları taşıyan daha alternatif besteler yapıp, güzel bi barda onları insanlara sunmak.. Tek kuruş para almadan, karşılığında sadece samimiyet ve ruh bekleyerek.. (Soul Kitchen;))

Fotoğraf işine de bi el atmam gerektiğini farkettim, çok boşladım.. Bugün bi kaç eğitim baktım, gözüme kestirdiklerime katılacağım.. Fotoğraf çekmek kendimi iyi hissettiriyor, sıkıntımı, stresimi atabiliyorum.. Fotoğrafın netliği ile, ışığıyla, renkleriyle oynayabilmek kendimi özgür hissettiriyo.. DSLR makinelere hala ısınamamış olsamda, artık ucundan tutmanın vakti geldi..

Son olarak, bi kısa film çekmek istiyorum, öyle hemen değil.. Bi kaç sene sonra.. Senaryosunu da kendim yazacağım.. arkadaşlarım oynayacaklar, mükemmel oynayacaklarına eminim, hepimiz birbirimizden arızayız zaten:))

Evet hayallerim arasında mühendislikle alakalı hiçbişey yok değil mi? Ne acı diyesi geliyor pek çok insanın bunları anlatırken gözlerimde beliren ışığı gördüklerinde ama.. acı değil.. herkesin beslendiği şeyler çok farklı.. Benim öyle ye iç gez toz takıl gibi hayat felsefem yok, arkadaşlarımla eğlenmeyi severim, dibine kadarda eğlenirim ama arada sırada.. Bunun sürekli hale geldiği bi hayatımın olmasını da istemiyorum zaten.. Diyeceğim o ki ben sıkışmışlığımdan, arada kalmışlığımdan besleniyorum.. Bunu farkettiren insana da teşekkür etmek istiyorum.. NE enteresan, bi gün biriyle bi yerde yolun kesişiyor.. Ve her yolunu kesen sana, sana dair birşeyler katıyor..

Neticede hayat kısa, bi o kadarda uzun.. sorumluluklarımız var elbet, ailelerimiz, bizden beklentileri olan insanlar var.. Bi yaşantımız var sonra devam ettirmek zorunda olduğumuz.. arkadaşlarımız, dostlarımız.. bi de hayallerimiz var işte.. sadece düşleyip bıraktığımız yada kendimizi yollara vurup uğruna savaştığımız.. ne kadarı gerçekleşir, gerçekleşmez bilemiyorum elbet, tek bildiğim sadece hayallerimde alabildiğine özgür olduğum.. Sadece hayallerimin tek bana ait olduğu.. Belki herkes gider, herşey biter ama ben varolduğum sürece hayallerim benimle olacak, belki bedenim bile sadece bana ait değilken, bana ait olan tek şey olarak!!

O zaman hayallerimizden vazgeçmeyelim, belki bigün belkide hiçbi zaman ne farkeder ki.. hem zaten kime ne ki.. Haydi dostlar, hayallerimizin şerefine..

10 Ağustos 2010 Salı

kimsenin beni bulamayacağı bi yere gitmek istiyorum..

Sanki birileri  hayatı yaşadı da ben onları izledim.. Çevremde birileri aşık oldu ben onlarla heyecanlandım, tıpkı bir film izler gibi..

Birileri hep yaşamaya cesaret etti de ben sanki hep onları içim kıpır kıpır izledim.. Onlarla heyecanlandım, onlarla öğrendim sanki.. Hiçbirini ben yaşamadım.. Sanki bütün hikayeler başkalarına aitti de ben hep o hiç sahneye çıkmaya cesaret edemeyen suflördüm ..


Doğru sahneye çıkmaya hiç cesaretim olmadı.. Bu yüzden beğenmemiş gibi yaptım yada istemezmiş gibi aslında ben koca bir korkaktım.. Elime gelenleri de yine kaybetmekten korktuğum için harcadım.. Doğru bu hikayede aslında ben korkaktım..

Hep cesareti karşımdakilerden bekledim, sanki onlar ellerini uzatsalar tutacakmış gibi.. Uzattılar ama ben tutamadım.. Kendim vardım, kendime bağlıydım.. kendime yabancı ama kendime tutkun, yalnızca kendime bağlı.. Ne mi oldu, sonu yalnızlık oldu..

Şimdi ne durumda mıyım.. Şimdi deliyim:) aslında normal ama bana göre değil.. Aşırı kontrolcü değilim.. Bu sefer harcamamalıyım, hayatın fırsatlarına ağzım sulana sulana bakarken, sırf inadımdan, o korkak inadımdan arkamı dönüp gitmemeliyim..

Hayatla yüzleşmek böyle bişi olsa gerek.. ee o zaman bende yüzleşmeye yürüyorum!! Şu andan, sonuna dek!

Zinos Kazantzakis

Zinos Kazantsakis, Adam Bousdoukos'un Fatih Akın'ın Soul Kitchen filminde canlandırdığı karakter. Ben böyle serseri, biraz çılgın ama aynı zamanda da sevdiklerine tutku ile bağlı , şahsına münhasır erkekleri çok seksi buluyorum ya.. Filmi izlediniz mi bilemiyorum, ben izledim ve bu karaktere aşık oldum..
Aslında karşıma böyle tipler çıkmadı değil ancak ödlek bir şahsiyete sahip olduğum için korkup sırra kadem bastım herseferinde. :) Şimdiki aklım olsa ile başlayan cümlelerden nefret ederim o nedenle bundan sonra böyle adamlarla karşılaştığımda şans vereceğime dair sizlere söz veriyorum..


Şu hayatı daha çekilebilir hale getiren erkekler, tanımını biraz açalım isterseniz en azından benim bakış açıma göre.. Hem belki evrenede çaktırmadan bi sinyal çakmış oluruzda belki sonunda bizde sebepleniriz. ( inşallah:))

Şimdi insanların, insanlık sıfatının altını doldurabilmek için sahip olmaları gereken, iyi kalp, merhamet, inanç gibi özellikler vardır.. Bunlar olmazsa olmazlardır yani bu özellikleri zaten banko sayıp, bu iskeletin üzerine biraz damar ve kas oturtmak lazım..

Erkek dediğin tutkulu olacak kardeşim, işide olsa, sevgilisi de olsa, ailesi de olsa, yüreğini koyacak ortaya, öyle hemen egolarına yenilmeyecek.. Değer yargıları olacak elbet ama önünü arkasını iyice bilip etmeden, çabalamadan vazgeçmeyecek,yargılamıcak karşısındakini.. Tutkuyla bağlanacak ve şefkatle uyutacak kollarında.. güven testine gerek kalmadan yumacaksın gözlerini, kokusuyla, elleriyle çözecek seni.. Elleri delip geçecek bedenini, kalbine ruhuna dokunacak.. Öyle tensel değil, tinsel çekimlerle açacak kapalı gözlerini..

Erkek dediğin cesur olacak, kalbinde hissettiği kıpırtıları kendine yenik düşürmeyecek, kendine rağmen sevmeyi öğrenecek, bilecek.. cesur olacak, önce kendinden sonra diğerlerinden korkmayacak.. heleki kadınlardan.. terkedilmekten korkup canını yaktıysa birilerinin, olmaz! yeri geldiğinde kendi canını yakacak başkasını üzmemek için, büyük yürekli olacak.. İçine baktığın zaman derinliğinde kaybolacaksın.. İçinde kaybolup ürktüğünde seni yalnız bırakmayacak, çırpındığını görüp, ellerinden tutmayı bilecek!

Erkek dediğin, unutamadım diye hayıflanmayacak! hayatta hiçkimse unutulmuyo, onunla yaşamayı bazen ona yada onlara rağmen yaşamayı, yeniden yeniden, defalarca sevmeyi, bilecek.. Kalbinde taş taşımadığını bilecek.. Yıkılsada kırılsada inançları bazen kendine rağmen inanmaktan vazgeçmeyecek.. ancak böyle herkül gibi güçlü görecek onu kadın.. kaslarına değil, yüreğine güvenecek!

Erkek dediğin, o çok güvendiği erkekliği ile ezmeye kalkmıcak kadını.. bilecek ki bi kere kırarsa kolay değil geri dönüşü, o yüzden kırmayacak! Üzerine titreyecek, sevecek.. Koruyacak ama korumaya çalışırken karabasan gibi üzerine çöküp, kadını nefes alamaz, kıpırdayamaz hale getirmeyecek..

Erkek dediğin, nasıl geldiyse peşinden, öyle paşalar gibi gitmeyide bilecek.. hakaret etmeden, edebiyle.. geldiği gibi kocaman çıkacak ki hayatından, sende düşündüğünde, gurur duyacaksın yaşananlarla..

Bide erkek dediğin şöyle kollarını açıp oynuyosa.. oohh daha ne istenir ki..:) Gerisi hikaye boş valla... :))


2 Ağustos 2010 Pazartesi

uzaktan..

Birileri ağlamama dayanamadı ve bana bir melek gönderdi.. yada melek sanki duydu beni, hissetti geldi..
Pişmanlık değil de.. Belki bigün, bigün gerçekten inanabilirsin, belki bigün ikimizde aynı anda.. kimbilir..
Belki bigün bana tekrar güvenebilirsin yada sadece denersin.. bi fırsat verirsin, gerçek bi fırsat..
Sen bilirsin, ben öyle.. hani sen fırsat bile versen.. ben öyle kolay kolay inanmam..
Nerde kırıldıysa lanet olası inançlarım, nerde yokolduysa..
Ama bigün belki de sana inanırım.. kimbilir..
Belki korka korka sadece sana inanırım..
Yada belki ikimizde inançsızlığımızın içinde biraz daha boğuluruz, birbirimizi boğarız..
Güvensizliğinle ödüllendirirsin belki beni.. bende gururlu gururlu ben buyum derim..
Belki.. belki de bi daha hiç karşılaşmayız.. kimbilir ki?

Ne demişler, melekler erkek olur..

30 Temmuz 2010 Cuma

evcilik oyunu, evlilik kabusu

Ne kadarda şekerler değil mi beyaz gelinlik ve siyah simokin içerisinde.. Yakında kedileri de evlendirmeye kalkacaklar diye korkuyorum!

Öncelikle şu tv programlarına veryansın edeceğim, hafta içi beş gün, memleket sınırlarını aşıp Avrupa hatta Amerika'ya uzanan çöpçatanlık programlarına kıl oluyorum, zaten evlendirmeye meraklı dudu teyzelerimizle, çok sevgili dürdanelerimize alttan alttan iyice gaz verip başımıza musallat ettiler. Özellikle son 1 senedir sevgili anneciğime soran sorana.. Kardeşine, çok eski bir aile ahbaplarının oğluna, yeğenine isterde isterler..

Karşılarına geçip muhtemelen asla telaffuz edemeyeceğim bir cümleyi şimdi burada sizlere kurmak istiyorum; "Size ne be size ne kardeşim işiniz gücünüz mü yok, gidin kendinize koca bulun.". Tabi salon kadınlığımdan da fazla çıkmamam gerekiyor. Şu bir cümle bile bu tarz faaliyetlerle ilgili duygu ve düşüncelerimi anlatmama yetmiştir diye düşünüyorum.. Bunun haricinde birde arkadaşların imalı sözleri var; " ee artık vakti geldi, yok mu biri", "kızım senden bi cacık olmaz, bu gidişle evde kalıcaksın","hadi ama bak hepimiz evlendik bi sen kaldın".. yeteeeerrr!! Onlarada burdan sevgilerimi gönderiyorum ve kendi işinize bakın diye eklemek istiyorum!

Şimdi bu toplum baskısının bizim üzerimizde yarattığı etkiden bahsedeyim birazda.. Yapış yapış bir panik ile evde kaldım diye sağa sola saldırılır.. Niye, neden, kimmiş, neymiş öyle bi an gelirki hiç farketmez.. Sen koca bulabilmiş yada bulamamış hatun olarak değerlendiriliyorsundur ve bir süre sonra; ulan zaten işte kendini gösteremedin, muhtemelen bir süre terfide alamayacaksın, zaten nefret ettiğin bi işte çalışıyorsun, hayallerin karmakarışık olmuş yerlerde sürünüyor, adam gibi paranda yok, bunlar yetmezmiş gibi bi koca adayı, adayı geçtim aday adayına bile sahip değilsin, diye kendine yüklenmeye başlarsın.Sonuç, mutsuzluk, mutsuzluk sonra bir kere daha mutsuzluk, tatminsizlik ve işe yaramazlık duygusu.. Ha bide bunun üzerine tabular, çelişen toplumsal yargılar binerse değme sen haline.. Depresyon, kaygı nöbetleri ve sonunda panik atak..

Bir kadın olarak hayatta varolabilmek adına onca çaba sarfetmiş, kendime onca yatırım yapmışken ve sonuçlarını iş hayatı ve entellektüel çevre içerisinde yeni yeni almaya başlayacak yada başlamışken, hayatı bu kadar ciddiye alıyor ve itina ediyorken bir adama kadın olabilmek için yetiştirilmiş olma durumunun sana en yakınların tarafından hissettirilmesi gerçekten sinir bozucu. Yeri geldiğinde hayatın daha çok başındasın diyen büyüklerinin başarılı bir mühendis yada doktor kısmet durumunda gözlerinin parlaması ve oralı olmadığında ahlayıp vahlamaları da cabası.. Hani insana sormazlar mı hiç tanımaz mısın kendi yetiştirdiğin evladını diye.. Yazık ki üniversite diye ayrıldığın evinle arana kilometrelerden başka mesafelerde girmiş, bunu görmek bi başka hayal kırıklığı..

Hiç sorarlar mı senin beklentilerin ne hayallerin ne yapacakların ne diye yada sorsalar bile ciddiye almadıklarını anlamış bulunmaktayım.. Dedim ya herkes kendine uğraş derdinde..  Ne yazık ki Türk toplumunda ne kadar okumuş, ufku geniş insan da desen herkes aynı bakış açısına sahip.. Bunun yarattığı baskıyla evlenip 1-2 sene içerisinde de mahkemeye kendini zor atan gençlerin halide içler acısı..

Daldan dala atlıyorum ama son olarak şu dialoğuda eklemek istiyorum;

- Birkaç sene Avrupa'da yaşamak istiyorum, hem iş deneyimi olur, hem bir değişiklik olur hem belki okul..
-Neden ne işin var, Avrupa'ya gidenler ne olmuşlar, ne fazlaları varmış senden?
-Hayır anne olay o değil, artık dünya değişti, devir değişti, bunu deneyim etmek istiyorum bu benim vizyonum..
-Sen vizyonunu burdada geliştirebilirsin, al işte tatillerinde git nereye istersen ama başka türlü olmaz..

Aradan haftalar geçer..

-Amerika'dan çok iyi bi kısmet çıktı..
-Hönk! ne alaka?
-Ne biliyim işte bi yerden duymuşlar iyi aile kızı arıyorlarmış..
-Anne ben kavunmuyum almadan önce koklamaya kalkıyolar..
-Saçmalama, hala böyle abuk sabuk konuşuyosun!
-Ya bi dakka sen benim bi kaç seneliğine Avrupa'da yaşamama, çalışmama yada okumama izin vermedin, şimdi Amerika'ya mı göndereceksin
-Ne diyim çok meraklıydın işte yurtdışı yurtdışı al sana..
-İkisi aynı şeymi allah aşkına, birinde ben kendimi geliştirmek için gidiyorum, diğerinde başka bi insanın hayatını yaşayacak olsam da, orda kimsem olmasa da başımda bi erkek! olduğu için gönderiliyorum, üstelik hırlı mıdır, hırsız mıdır? hadi bakalım ya adam piskopat çıkarsa beni yerlerde sürükler döverse?? Ne yapabilirsin? Bu mudur yani..
-Saçmalama ben hemen seni nereye gönderiyorum öyle..
-Ne belli piskopat çıkmayacağı 1 sene saklayamaz mı kendini pes pes diyorum.. Bu konu kapanmıştır.. Bi daha ağzınızdan kısmet kelimesi duyarsam, buluşurum ve ona biriyle birlikte yaşadığımı, evlenmeyide düşünmediğimizi söylerim!! yaparım yani.. gerisini sen düşün..
- Hadi ordan! sende bu feministlikle gidersen hiçbi halt olamayacaksın
-Senin söylediğin şekilde bi halt olmak isteyen kim..

Ortam gerilir..
SON

Ben anlamadım bu heryaştan kadınlardaki koca sevdasını.. 25 yaşında elde ettiğim çakma özgürlüğümü, bilmiş teyzelerin ve her haltı yiyip iyi aile kızı arayan arada kalmış erkeklerin ellerinde oyuncak edemeyeceğim!!

Saygılar.. ;)

20 Temmuz 2010 Salı

Çingene Yüreğim


Aslında hep yazıları yazdıktan sonra başlık koyardım ama.. bu sefer farklı oldu.. Çingene yüreğim..

Ah benim maceraperest ruhum yine kabardı,
Aşk peşinde koşmaktan helak sanırken onu
Ayaklandı..

Şiirlerin peşinden bilinmeyen bir şairin peşine..

Dedim ya çingene yüreğim benim,
Hep aşkın peşinde..

Sınırları, yasakları bütün kalıpları yıkıp geçmek ister yine
Yine sanata tutkun..

Aşk sanat oldu,
Aşk şiir oldu,
Ensesinden yaklaştı,
Kulağına fısıldadı..

Nasıl heybetli nasıl güçlü bir fısıltıysa bu
Kalbine değdi, titretti..

Var mı gücü peki çingene yüreğimin peşinden koşacak
İnanacak gücü kaldı mı bu hiçlikler kervanında
Anlamlı birşeyler aramaya.

Korkuyor mu yoksa..
İçini titreten bu kuvvetli fısıltının
Düşse peşine
Samanalevi gibi aniden yakıp gitmesinden..

Hiç peşine düşmemek lazım belki de
Kilometrelerce öteden kalbine dokunan fısıltı
Yenik düşmesin diye bedenlere..

http://www.youtube.com/watch?v=m3jD5qbKrYE&feature=player_embedded

19 Temmuz 2010 Pazartesi

CiCi HaTuN

Cici hatun olmayı hiç beceremedim, o kalıp bi oturmadı bana.. hani o mu biraz köşeliydi ben yuvarlaktım yoksa tam tersi mi anlayamadım da..
Öyle çıt kırıldım hiç olamadım, mesela ampul patladı değiştirir misin diye naz yapmadım sevgilime.. bu çok kolay oldu, hımmm yada internet bağlantım sorun veriyor yardım eeeett diyemedim.. yani dedim de, gelemem diyince, oturdum 3 saat uğraştım sonunda yine kendim becerdim..
Ne olacağım çocukken belliydi aslında, daha doğrusu ne olamayacağım.. abilerle futbol oynayacağım diye, tahta banktan çakma kalenin önüne geçip, az şişletmedim bacaklarımı.. acı çekmenin keyfini ilk orda öğrendim sanırım:)
Bandırma Etibank lojmanlarının ortasında yuvarlak bir salıncağımız vardı, yeni dünya derdik ona bi önceki modelini de severdik, onu söktüklerinde çok kızmıştık ama yeni dünyaya da kısa sürede alıştık.. Salıncağın dışına kollarımızı açıp iki yandan asılır öyle sallanırdık.. bi kere düşmüştüm, kocaman top salıncak üstümde 270 derece ile gidip gelirken aptal ben ayağa kalkmaya çalışıp bi güzel çarpılmıştım.. Kaydıraktan baş aşağı geri geri kaymaya çalışırken de az kafa göz patlatmadım. Dizlerimi saymıyorum bile.. Osmanlı turası büyüklüğünde olurdu dizlerimin oyukları.. bisikletle 4. basamaktan aşağı uçmaca sonrada dudağı yarmaca:) Yine şanslıydım kafası patlayanlarda oldu:)) Diğer kız arkadaşlarım evde kitap okurlardı yada evcilik oynarlardı.. Hiç evcilik oynamadım desem yada yalan söylemiyim, yazlıkta Çağla diye bir arkadaşım vardı, onun sayesinde ilk evcilik oyunumu oynamıştım, evin kadını o, erkeği ben olurdum:)) ben çalışır para kazanırdım o yavrum sürekli yemek yapardı bana.. ondan başkasıyla evcilik oynamak hiçbirzaman eğlenceli olmadı..  Evlenmiş :)) Yıllarca dilinden düşürmediği çocukluk aşkıyla, düşlerinin bile ötesinde mutlu olmasını diliyorum:))

Sakin bi çocuk oldum hep.. Biri canımı sıktığında, susar susar sonunda fena patlardım ama.. hala da öyleyim. Zamanında gösteremiyorum tepkilerimi, biriktirip biriktirip, olmayacak zamanda öldürücü darbeyi vuruyorum..

Üniversitede başladı sevgili muhabbetlerim.. Öncesinde hep hayallerim vardı.. Müzik yapacaktım, hayatımın sonuna kadar, bıkmadan usanmadan.. Orta okulda bi konser vermiştik, ertesi gün bi arkadaşımla dolaşırken okuldan bi çocuk gelip arkadaşıma; "dün geceki kız kimdi, onu bulmam lazım, bizim okuldaymış, ben hiç görmemişim.." demişti, arkadaşım beni gösterdiğinde de " hadi size iyi günler" tadında veda etmişti.. Anladım ki sahnedeki hatun ben değilim yada sadece orda kendimim:)) olmadı ama sonsuza kadar müzik yapamadım.. bundan sonrada yapamayacağım sanırım.. ( bu cümleyi buraya yazarken bile irite oluyorum, pes etmek hiç bana göre değil.. bazen bırakıp gitmeyide bilmek gerekiyor ama.. neyse)  Gazeteci olacaktım mesela, elimde ses kayıt aleti okulda röportaj yapıyorum:)) Sayısal okudum, mühendis oldum.. Tiyatroya heveslendim, içgözüm çok gelişmişmiş, yani kendime dışarıdan bakabiliyormuşum buda hareketlerimi kısıtlıyormuş, doğru bir tespitti..

Sinemaya giderdim, bir sonraki filme kadar, izlediğim filmde beğendiğim karakter oluverirdim.. Onun gibi davranır, oymuş gibi yaşardım.. Gerçek hayatı kabul etmek istemez, yaşadıklarımı da filmden karelere benzetmeye çalışırdım.. Bazende kendimden sıkılıp, hayallerimde karakterler yaratıp, kurguladığım senaryoları yaşamaya çalışırken bulurdum kendimi.. Özellikle, İngilizce, Almanca, Tarih ve Coğrafya dersleri benim kendimi kapattığım, deli gibi hayal kurduğum derslerdi.. Bu nedenle de hep en zayıf derslerim oldu:((( Yine olsa yine yaparım, tarih dersinin nesini dinleyeceğim ki.. Bir grup adam, o kale senin bu kale benim koşturup durmuşlar.. Toplar tüfekler, ateşler, kılıçlar.. ööff çok sıkıcı, bi kere aşk yok içinde.. Savaşmanın aşkı mı olurmuş.. peh!

Bu karakter yazma olayını üniversitede iyice abarttım.. Kendimi bıraktım, sevgilime de bi karakter yazdım.. yazık yavrum, beyaz atlı prens olmak için çok küçük ve yaralıydı.. Biz sadece aşıktık ama bana yeter mi?
Yetmedi.. Ben ona Temel Reis ol dedim, o inadına Kabasakal olmaya çalıştı.. Onu da baceremedi.. El ele verdik, bi güzel ettik içine ilişkinin:)) Daha çoook fırın ekmek yemesi lazım ama, umut ediyorum ki kendine bi ayar çekip mutlu olmayı becerebilir..  Bütün beddualarımı geri alıyorum ve seni affediyorum.. Lütfen sende beni affet, o sarı t shirt aslında sana çok yakışıyordu, ayrılmıştık ve sen çok mutlu görünüyordun! bana başka çare bırakmadın.. Ama benim zevkime bu kadar güvendiğini bilmiyordum, bi daha o tshirtü üstünde görmedim:)) yazık oldu.. Başka cadılıklarımda oldu elbet, e onlarda bana kalsın artık;) Sen çok düzgün bi hatunsun diyip beni terkettiğin gün, hayatımın dönüm noktası oldu.. Ağır aksak yürümeye çalışan ruhum, topaç gibi ekseni etrafında dönmeye başladı.. Mayday Mayday irtifa kaybediyordum... Ve bulutların üzerinden yere sert bir iniş oldu.. Tekerleklerim söküldü e gövdemde sürtünmeden acık yamuldu ama teknoloji gelişti artık tabi, bi servise girdim, eskisinden daha gıcır oldum:)))

Ay bu yazıyı yazarken çok eğlendim:) oooyyy ooooyyyy:)))

Şimdi işler biraz karışık tabi.. "Kayalardan kayarım, yoktur benim ayarım" modundan artık fabrika ayarlarına dönmem gerekiyor ama öyle bi butonum yok ne yazık ki.. Kendi ayarımı kendim yapmalıyım.. Aslında yaptım tabi ama şimdi bi ince ayar kaldı.. Bi program yazıyorum kendime, rengarenk bir ekranda iki buton var, birincisi mühendis butonu, diğeri yaratıcılık.. Mühendis butonuna bastığımda içinde bulunduğum ortama adapte olabilmeliyim, yaratıcılık butonuna bastığımda da nöronlarımda meydana gelen kısa devreler yardımıyla üretebilmeliyim.. Yani o kısadevreler sürekli var ama ben onları kullanıp, orda biriken (ısı)enerjiyi boşaltmazsam devrelerim yanıyo..

Şimdi ben ne kadar cici hatun olabilirim? Ne kadar oturaklı, sakin, böyle hanfendi olabilirim? Bi kaç saat evet ama sonrası sıkıntı.. İçim daralır.. Panik atağım var benim gelemem öyle şeylere.. Aa bu arada 4 senedir temizim, panik atak krizi sıfır:)) Merak edenlere bir ara kısaca anlatabilirim..Sonuç olarak, cici hatun olunmaz doğulur.. Bizde cadılık, başına buyrukluk, mantık ve delilik çipleri çok şükür sağlamda, cicilik eksik kalmış:))
Ne demişler, kader, kısmet, nasip bu işler;)

6 Temmuz 2010 Salı

Bir Şebnem Şarkısı..

Bugün iki kişi daha müzik yapmalısın dedi.. Çok softlaşmışım, biraz daha baskın söyleyebilirim sanırım..
Bu sefer  balıklama dalıp bi ton su yutup boğulmayacağım..Yavaş yavaş sindire sindire, doğru adımlar atarak ve ne yöne kulaç atacağımı bilerek..
Yetenekli olduğuma inanan ve beni cesaretlendiren herkese bir kez daha teşekkürler..

Ben bi Şebnem şarkısı dinliyeyim:

Bu şarkı bir haykırış bir öpücük sıcak bir kış
Bir demet gül bir dokunuş..

Tinkerbell



Bazen hayat insanı kaçarı çıkarı olmayan köşelere sıkıştırıp, isyana sürüklüyor. Bende böyle bir dönem geçirmişim, şimdi farkediyorum.. Kendimdeki değişimleri, kendime olan uzaklığımı farkettikçe hırçınlaşıp daha da inançsızlaşmışım, ne çocukmuşum. Oysa hayat ne kadar üzerine gelirse gelsin insan kendine tutunmalı derdim hep, hep dimdik durabileceğim sanırdım kopan fırtınalarda.. Hep etrafımda kopmuş benim fırtına, içim sadece karmakarışıkmış. Yeni yeni farkediyorum ki ilk defa fırtına benim içimde kopmuş. Hep savunduğum hayat felsefemden, inançlarımdan, tarzımdan ve hatta kendimden bile nefret eder olmuşum. Geçenlerde okuduğum ortalama bi kitapta yer alan kısacık bir cümle açtı tıkanıklığımı.. "Nefret, aşka ne kadar ihtiyacınız olduğunun kanıtıdır." Basit bir mantık yapacağım ; aşk, inançla varolur, inancın bittiği noktada kurur gider.. Ben diyorum ki, hırçınlıklarımız, kendimize ve başkalarına karşı nefretimiz aslında birşeylere inanmaya olan ihtiyacımızdan büyüyor..
İnanç demişken,  çok kuvvetli inançlarım vardı benim, iyiliğe, doğruluğa, dürüstlüğe, sevgiye, aşka.. Hepsi birden anlaşmış gibi üzerime çökünce.. vazgeçmişim inanmaktan. En başta kendimi bırakmışım bir yerlere, demişim sen öyle biraz uzak dur izle beni, bak bu güne kadar inandığın herşeyi bir bir ben çökerteceğim şimdi.. Denedim ama başaramadım. Sanki ateşe elimi uzattım, sıcağını farkedince korktum geri çektim.. En kötüsüde buydu aslında, bu arada kalmışlık.. Ne kendimi bırakabildim nede kendime kavuşabildim.
Artık bitti.. Kendime geri döndüm, yine bilmiş bilmiş onu öyle yapmayın, bunu böyle yapmayın, saçmalamayın diyeceğim, yine herşeyinize karışacağım:) Ama eskisi gibi, söylediklerime inanarak. Bu içimde hızla büyüyen dayanılmaz boşluğu tıkadım artık, bitti! Beni bi daha yiyip bitirmesine, sömürmesine izin vermeyeceğim.. Ve evet bu lanet pis, kötü dünyaya inat, PAtch Adams gibi iyiliğe inanıp, savaşmaya devam edeceğim.. Bunu yaparkende kötülüğü alıp, altın yaldıza batırmaya çalışmayacağım, kötülükte kötü kalacak artık, ibret olacak ki ortaşeker insanlar iyiliğin kıymetini farkedip, onu korumak için çaba sarfetsin..
İçimizdeki periye, perime, tinkerbell'e..

28 Haziran 2010 Pazartesi

la la la laaaa..

Öncelikle yazılarımı okuyan ve beğenilerini ileten herkese çok teşekkür ederim, bunları duymak bana inanç veriyor çünkü bu blogun sevgili günlük tadında olduğunu düşünerek kapatmayı düşündüğüm çok zaman oldu.. Aslında evet burda bi anlamda kendimi anlatıyorum, yaşadığım hayal kırıklıklarını, tanıdığım insanları, deneyimlerimi, kırgınlıklarımı, kızgınlıklarımı kaleme alıyorum.. Ben yazdıkça ve siz okudukça görüyorum ki hepimiz üç aşağı beş yukarı aynı sıkıntıları yaşıyor, benzer olaylarla inançlarımızı kaybediyor, umutlarımızı zehirliyoruz..
Aslında hayatta istediğim pek çok şeye sahibim; güzel bir ev, gelecek vaadeden bir iş, tam destek kocaman bir aile ve harika arkadaşlar.. Hayata isyan ettiğim zamanlarda sahip olduklarımı düşünüp halimden utanıyorum.. Tıpkı dün gece olduğu gibi.. Neden hep ben? Hayat bana neden hep aynı şeyi yapıyo? Aklımın içerisinde sürekli büyüyen, büyüdükçe içimde bi yerleri kemiren ve sinirlerimin kısa devre yapmasına neden olan iki soru. Güçlü, kültürlü, kendine güvenli ve sevilen bir kadının bir ilişkide dikiş tutturamama yada hep istediği adamları elinden kaçırma durumuna karşı isyan edişi..
Biz kadınlar enteresan yaratıklarız; hormonlarımız tarafından yönetiliyor, duygularımızla sürükleniyor, aklımızla büyüyor, yaralarımızla güçleniyor ve kesinlikle aşkla varolduğumuzu hissediyoruz. Bu uğurda zaman zaman elde etme savaşlarına giriyor yada birbirimize çaktırmadan minik bazen büyük kazıklar atıyoruz. Hemcinslerimizle erkekler uğruna kirli ego savaşları verebiliyoruz yazık ki. Hiç sevmem bu şekilde kadın kavramını hazmedememiş erkeklerin burunlarını kaldırmayı, egolarını tavan yaptırmayı.. Ama hayat bu bazen zaaflarının arasına sızarak bazende umutlarını sana karşı kullanarak doğrularını önüne serip, ancak onları ezip geçebileceğin bir yol açıveriyor önünde.
Herzaman hayatın uçsuz bucaksız bir okul olduğuna inandım. Yaşadığım kötü deneyimler genellikle kendimi aşmama, bakış açımı genişletmeme yaradı. Nedir doğrusu, bilmiyorum sadece günün sonunda kaybedecek birşeyim olduğuna inanmıyorum. Hiçbirimizin yok.. Tabiki, doğrularımızla çelişen kararlara vurduğunda hayat bizi, takkeyi ele alıp düşüneceğiz ancak yine de kalbindeki bando takımı belirli bir ritmle, bıkmak usanmak bilmeden beynine aynı mesajı iletiyorsa..

Denizleri seviyorsan
Dalgaları da seveceksin
Sevilmek istiyorsan
Önce sevmeyi bileceksin
Uçmayı seviyorsan
Düşmeyi de bileceksin
Korkarak yaşıyorsan
Yalnızca hayatı seyredersin..

Eninde sonunda hayat bana bir yol açacak, belki ıssız belki kalabalık, belki loş belkide göz alıcı parlak bilemem... Tek bildiğim ben bıkmak usanmak bilmeden yürüyebilirim.. :)

16 Haziran 2010 Çarşamba

ARABESK



Işın Karaca’nın Arabesk albümünü ilk dinlediğimde nefret etmiştim.. Arabesk şarkılara onun yorumunu yakıştıramamış, kafadan silmiştim bu albümü.. Ta ki geçen gün tesadüfen bi yerde bulup dinlemeye başlayan kadar..


Arabesk bi yanımın olduğunu biliyordum ancak bu kadarını farketmemişim yada kabullenmek istememişim.. Aşk üzerine oturunca acayip damar şeyler yazabiliyorum ancak bana çok arabesk geldiği için çoğundan sonra nefret ediyorum..



Sanırım içimdeki Arabeski sevmeyi öğrenmem gerekiyor.. Belki bu şekilde kendime karşı bu acımasız tavrımdan vazgeçebilirim..

Aşağıdaki şarkıyı sizin için seçtim, Işın Karaca’dan mutlaka dinleyin.. Yanına bi duble rakı, birazda beyaz peynir, bi pakette sigara..

Kimbilir beklide yukarı çıkabilmek için iyice dibe vurmayı göze almak gerekir.. Ortalarda dolanınca yukarıya da çıkılmıyo çünkü…



TANRIM BENİ BAŞTAN YARAT

Gülmeyecek bu yüzü neden verdin bana yarab
Ya birazcık neşe ver ya beni baştan yarat

Hep terk etti sevdiklerim paramparça dünyam benim..

Baştan yarat ellerimi
Baştan yarat gözlerimi
Baştan yaz şu kaderimi
Tanrım beni baştan yarat!

Sende kaldı dileklerim paramparça dünyam benim
Sende kaldı ümitlerim paramparça dünyam benim..

Yaktın bağrımda közleri dinlettin acı sözleri
Verdin bu ağlar gözleri tanrım beni baştan yarat

Boşa gitti emeklerim paramparça dünyam benim..

Sabırtaşı yaptın beni
Her belaya kattın beni
Ne yapayım böyle beni
Tanrım beni baştan yarat..

Işın Karaca Tanrım Beni Baştan Yarat

15 Haziran 2010 Salı

Hepimiz inançsızlığımızın hafifliği altında can çekişiyoruz..

Usulca tutsan elimi ve yürüsek öylece
Sessiz sakin bir sahil kasabasında hayal et kendini
Saçlarım ılık meltemde uçuşur yüzünü gıdıklar..

Öylece sevsem işte seni,
Yanağına öpücük kondururken koklasam
Kucağında kalmak için türlü türlü bahaneler uydursam..

Bilirim ki çözüm değil zaman mekan
Sadece sana ve bana ait olan bir tek an
Biraz cesaret, birazcık inanç
İşte tek ihtiyacımız olan..

Hepimiz inançsızlığımızın hafifliği altında can çekişiyoruz..

14 Mayıs 2010 Cuma

ağlamak güzeldir..

Ağlamak hakkımız var oysaki
Böyle tıkandığımız noktalarda
Hani çok sinirlenirsin ya bazen
Karşındaki insanı parçalamak istersin
Böyle dişlerini sıkarsın ya..
Bazen de içine sığdıramazsın aşkı
Kalbin çatlayacak gibi olur
Sıkı sıkı sarılır acıdan ağlarsın..

İşte aslında bir ağlayabilsek böyle anlarda belki akıp gidecek içimizdeki kir pas, karışıverecek sıkıntımız gözyaşımızın seline öylece eriyip çözünecek...

Yazık ki ağlama hakkımızı elimizden alıyorlar..  İş yerindesin ağlama hassas derler, konukomşu görür duyar ağlama dedikodu eder, sevgilinin önünde ağlama acitasyon yapmış olursun, annenin yanında ağlama üzülür, arakdaşlarının yanında ağlama seni zayıf sanar ezmeye kalkarlar, kocanın yanında ağlama erkekler zora gelemez sıkılırlar.. Peki nerde ağlayacağız?

Eminimki herkes şöyle yastığa kafasını gömüp bağıra bağıra ağlamanın verdiği dayanılmaz hafiflik duygusunu özlüyor. Öğretilmiş doğruların arasında, kurulu düzenin içerisinde ayaklarımızı sımsıkı yere basacağız ve insanlara bizi ezmeyi denemeye bile fırsat vermeyeceğiz derken, en insansal haklarımızdan vazgeçiyoruz.. İşin kötüsü bizde bu duruma alışıyor, her seferinde biraz daha katılaşıyoruz. Peki sonumuz ne olacak? Ben size söyliyeyim, o kadar derine gömeceğiz ki hislerimizi, arzularımızı, tutkularımızı, acılarımızı, karışıklıklarımızı sonunda neye benzediklerini unutacağız. O milyonlarca çiple yarattığımız, insana benzetmeye çalıştığımız robotlardan bile daha tepkisiz hale geleceğiz..

Oysaki ağlamak güzeldir, bize özeldir.. Ağlayabilmenin pahabiçilmez değerinin farkındalığına..

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Simge Özünlü- Gidemedim Demo by lacroisere

Her şarkının olduğu gibi bu şarkınında kendine özgü bir hikayesi var elbetteki, şimdi burada anlatmayacağım..
Satalım, satmayalım, bestesi satıldı sadece, ne yapsak, versek mi, ne olur ne biter derken.. satmadık, içimize sinmedi..
Galiba artık internette yayınlama zamanı geldi..

İyi dinletiler:))


http://soundcloud.com/lacroisere/simge-ozunlu-gidemedim-demo

12 Nisan 2010 Pazartesi

Pazartesi patlasın:)



Bu sabah güne James Brown’un "I am Super Bad" adlı şarkısı ile başladım. Evden çıktım, servis beklemeye başladım, geldi ve ben bindim. Servis hareket etmeden bilgisayarımı unuttuğumu fark ettim, koşa koşa eve gittim. Bilgisayarımı aldım, servisimi aradım, yakınlardaysa taksiyle yetişmeye çalışacaktım, servis şöförüm yavaş yavaş gidiyoruz, atla bir taksiye gel dedi.. Bütün bunlar yaklaşık 8 dakika içerisinde oldu ve ben taksiye bindim, totalde 12 dakika sonra servisi aradığımda Kadıköy’den Maltepe’ye ulaşmışlardı. E5’te bu sabah trafiğinde Acıbadem köprüsünden 12 dakika içerisinde yavaş yavaş gidip Maltepe’ye ulaşan servis şöförüme Frank Sinatra’dan “ Can’t take my eyes of you” yu göndermek istiyorum..



Herneyse geldim oturdum masama, bu muhteşem Pazartesi sabahını mailboxımında çalışmaması bahanesi ile yazarak geçirmeye karar verdim. Çoğumuzun aklından dönem dönem, bazılarımızın aklından her zaman geçer, yine bir Pazartesi ve yapılacak onca şey varken burada ne işim var, bu mail atan insanlar kim yada bu telefonlar ne demeye çalıyor.. Birazcık sussunlar ve ben en azından güneşli bir güne başlamanın tadına varabiliyim ancak sevgili dostlar o telefonlar hiç susmaz, bu mailbox bozulsa bile birkaç saat içerisinde mitoz bölünmeyle çoğalmış gibi maillerle dolar ve dalarsınız işlere..



Öğle yemeğine 15 dakika kala kaldırırsınız kafanızı alelacele yemeğinizi yer, dönersiniz masanızın başına ve işte PART II başlar.. 16:30 gibi tekrar kaldırırsınız başınızı içine gömüldüğünüz bilgisayarınızdan ve yine aynı hisle dolar içiniz.. Neden, benim burada ne işim var?



“Benim burada ne işim var?” sorusuna şekil olarak benzemeyen ama genetik olarak bağlı olduğu bir çift yumurta ikizi vardır oda “Burada olmasaydım nerede olabilirdim?”. İşte esas soru budur, ben bu sorunun cevabını arıyorum. Bulduğum zaman eminim ki sizlere içimdeki bütün enerji, mutluluk ve heyecanla “GÜNAYDIN” diye haykıracağım..



Herkese bol şans, sabır ve iyi çalışmalar

Not: Gökhan beni yazma konusunda o kadar cesaretlendirdin, şimdi bütün yazdıklarımı okuyup bana rapor vermek durumundasın:) hihi

yersiz yurtsuz erkekler, dertsiz dinsiz erkekler, suçsuz arabik erkekler için, dünden oryantel çal

Eminim ki herkes çok iyi hatırlıyor şarkının gerçek sözlerini, hatırlamayanlar için ben aşağıda yazıyor olacağım tabi bu yazıda parçada belirtilen fahişe kelimesi yerine erkekler diyor olacağım, yazının amacına yönelik olarak.. Bu yazının kastı katiyen tüm erkekler değildir..

Kimileri ıssız adam dedi, kimileri çakal kurt, hatta bazıları köpek der bu cinslere, bohemcesi çapkındır, gençlerin arasında piç denir ancak hepsi aşağı yukarı aynı anlamlara gelir. Hadi bakalım çok sevgili bu tabirlere uyan erkek arkadaşlar birde kendinizi bir kadın gözüyle okuyun, bakalım neye benziyorsunuz..

Genelde İstanbul'da karşılaştım bu cinslerle, hani Eskişehir'de de vardı da bilinirdi o erkekler buyüzden fazla yaklaşılmaz yahut sadece kanka muhabbeti çekilir grup halinde görüşülürdü.. E İstanbul'da işler biraz farklı tabi, girdiğin herhangi bir ortamda rahatlıkla rastlayabilirsin, sahne önünde, sahne üstünde, barda yada desklerde konumlandırırlar kendilerini.. Eğlenmek için girdiğin bir ortamda üç kere sağına soluna bakınca bakışlarınız mutlaka bi denk gelir.. Sana o yawşak ama bi o kadar da cool bakışını atıverir aniden ve başını çevirir.. İşte bu tam anlamıyla oltanın ucuna bağladığı yemdir.. Kokusunu alırsın, peşine düşersin ve oyun başlar.. Bir şekilde tanışılması çok kolaydır, iki kere etrafında dönüp "MErhaba" demen ertesi günde Facebook'tan eklemen yeterlidir. Hele de yüzüne bakılır güzellikte bi hatunsan bayılır çünkü Facebook onun koleksiyonunu sergileme yeridir aslında.. Para parayı çeker misali, kadın da kadını çeker:)

Şimdi bu erkeklerin biraz derinliklerine inelim ve birazda geçmişlerine gidelim... Bu tarz erkekler öyle iyi aile çocukları değildir, ya ailevi bozukluklar, baskılar veya çarpıklıklar misal dayak şiddet..vs ile büyümüşlerdir yada normal bir şekilde ergenliklerini tamamladıktan sonra mutlaka bir kadının gazabına uğramışlardır.. Uzun süreli bir ilişki sonucunda sevgilileri kankaları ile yeni bir ilişkiye başlamış olabilir yada kendilerini aldatmış ve hatta yataktaki başarısızlıkları yüzlerine vurulmuş olabilir.. İşte bu bir erkeğin en ince noktasıdır.. ERkek kendini kanıtlama, varolma, cinselliğini yeniden keşfetme ve tabiri caizse kadınların a.q...biiiiiiiiiiiiiiipppppppp... çabasının içine giriverir.. Bu süreç içerisinde görüntüsünü düzeltir, spora başlar, kas yapar..vsvs işte bu nedenle kadınlara tavsiyem azıcık göbekli yada zayıf erkekleri tercih etmeleri çünkü kaslı ve bizim tabirimizle "taş" olan adamlar ya geydir yada fahişe:) Ne diyoruz dış görünüş hiçbirşeydir, iç güzellik herşey;)

Neyse erkeğin içindeki çirkinliği, hayvanlığı keşfi ve kendini kanıtlama savaşında kalmıştık.. Erkek bu uğurda türlü türlü saçmalıklar yapabilir, misal kendinden büyük kadınlarla yatar, kendinden çok küçüklerle yatar, tek gecelik ilişkiler yaşar, duygulardan tamamen arınmış pornografik kareler çeker.. genellikle bu süreç 20-30 yaş arası yaşanır.. Bu dönemde türlü türlü sapkınlıklar yapabilirler, hani 30 lu yaşlara yaklaştıkça yawaş yawaş tek gecelik ilişkilerden uzun dönemli sorumsuz, sorunsuz ilişkilere geçerler..Large böyle yine istedikleri gibi takıldıkları ancak evde bir ses yatakta alışılmış bir nefeste olsa fena olmaz gibi gibi senaryoları oynamaya başlarlar..

Zaman böyle akıp giderken, o inanmadıkları kadınlardan hınçlarını çıkarmaya, öclerini almaya çalışırken aslında kendilerini tükettiklerinin farkında olmazlar uzuuuunnca bir süre.. Porno filmlerindeki gibi sevişmeye alıştıklarından bir kadına nasıl dokunulması gerektiğini, bir kadını nasıl sevebileceklerini unutmaya başlarlar..

Yaş ilerledikçe, hani 30 u geçtiler diyelim.. Bu bilgisizlikleri içlerinde dayanılmaz bir hafiflik duygusu yaratır.. NAsıl mı? Sevebilecekleri bir kadına rastladıklarında bunu görmelerini engelleyen at gözlükleri takmışlardır, dolayısı ile  pek çok fırsatı kaçırırlar.. İçlerinden kazara birini yakaladıkları zaman hafızalarında sapkınlık dönemlerinden kalma o kadar çok kare vardır ki, kadına her bakışlarında, her dokunuşlarında akılları karışır, kendilerinden iğrenir ve kadına da bunu hissettirirler.. Sonuç olarak kadını da bilincini karmakarışık yapan boktan bir ilişkinin içerisine sürüklerler..

Gelmeyelim bu oyunlara, kanmayalım bu ayaklara sevgili hemcinslerim.. Bu heriflerin götlerini de kaldırıp kendilerini "Eros" sanmalarına yardımcı olmayalım lütfen!!!

Uzun lafın kısası, bu tarz adamlar 1 km uzaktan çok açık ve net bir şekilde belli olurlar.. Her ne kadar güzel parfümlerde sıkmış olsalar, bok kokarlar ve sevgili hemcinslerin, bilirim sizin içinizdeki merak ile boka çomak sokma isteğinizi, hani boncuk bulmaya çalışma dürtünüzü ama gerek yok!! Hem bokun içerisinde boncuk bulsanız ne işinize yarayacak eninde sonunda elinize bulaşacak! Gelmeyelim bu oyunlara, yutmayalım bu bozulmuş zokaları:)

Unutmayın ki etrafta biraz göbekli, saçı sakalı birbirine karışmış, kıyafetleri pek uyumlu olmayan ancak hala içinde insanlık barındıran bir sürü erkek var.. Ne var ki bokun içinde boncuk arayacağınıza, ambalajı pek iyi tasarlamamış çikolatalardan yemeyi tercih etmelisiniz ve son olarak çikolata candır, seratonin salgılatır, mutluluk verir;)

Sevgiyle kalın:)

Not: Bakın fotoya, biraz daha gelişirlerse bu hale gelebilirler.. Beyin yerine kas yığınları :) bu mudur istediğiniz hanımlar??

ben arabik erkeğim

iyi öpüşür dans ederim
suda yaprak, içki masasında mezeyim
anam babam bulmasın beni
bilinmesin bedenin dili
ben oryantal erkeğim
aklın değil etin peşindeyim
yersiz yurtsuz erkek
dertsiz dilsiz erkek
suçsuz arabik erkek için dünden oryantal çal
ben arabik erkeğim
ıslağım suyum terim
istenince gider, bırakınca gelirim
ruhum tibetli rahip
kentin loş caddelerinde
kalbim kuduz bir köpek pasteurün dizlerinde
yersiz yurtsuz erkek
dertsiz dilsiz erkek
suçsuz arabik erkek için dünden oryantal çal
Powered By Blogger
 
;