The Great Gatsby, lisedeyken Oxford Yayınlarından Stage 5 seviyesinde okuduğum bir kitaptı. Ne anlattığı umrumda olmayan, alabildiğine saçma bulduğum ve mecburen okumak zorunda olduğum bir roman daha.. Neticede ilk, orta ve son sayfalar okunur, üzerine özet kısmıda eklenir, vaktim varsa özetini hakkıyla çıkaran bi arkadaşın yazısını da okur aklımda kalanları karalayıverirdim öylece...
Bugün Kdergide, Begüm Başoğlu'nun yazısı ile anımsadım o günleri.. Herneyse konumuz bu değil.. Kitabın konusunu yazıyı okuyunca hayal meyal hatırladım.. Gatsby'nin Daisy'e olan büyük aşkı.. Kısaca Gatsby Daisy'e aşıktır ancak Daisy'nin gözü paradadır. Bir zamanlar Daisy'de Gatsby'i sevmiştir ancak Gatsby askere gittiğinde kendisi gibi paraya tapan Tom ile evlenmiştir. Gatsby yıllar sonra çok zengin olur ve Daisy'i artık hakkettiğini, bundan sonra beraber olacaklarını düşleyerek bir malikane yaptırır ancak Daisy'nin hayallerinde büyüttüğü kadınla alakasının olmaması onun hazin sonunu hazırlar..
Hikaye ne kadar tanıdık değil mi? Eminim hepimizin hayalinde büyüttüğü ve kendini ona layık görmediği, bedenlerle hayallerin bir türlü bağdaşamadığı aşkları olmuştur.
Aşk aslında çok güçlü bir duygu, içinde bulunduğun zaman ruhu bedenden taşıracak kadar güçlü ancak saman alevi gibi geçicide aynı zamanda.. Bu geçicilik aslında hayal kırıklığını herseferinde daha can acıtıcı yapan. Aslında kimse birgün biteceğini düşlemez aşık olurken, hatta bitmesinden korkarak başlar ilişkiler.. Ancak o yada bu nedenle o gün gelip çattığında elinde kocaman anı demetleri ile ahmak ıslatanın altında sıçan gibi olur, mal mal durursun.. Hatta bir süre öylece durursun..
Nedeni nedir kimse tam olarak çözebilmiş değil yeni nesil ilişkilerin kısa ömürlerinin ancak; aşk yaşayarak çoğalan, çoğaldıkça da dönüşüme uğrayan bir duygu olmalı sürdürülebilitesinin olması için.. Dönüşüm dediğim, aşk sevgiye dönüşebilmeli, dostluğa, sırdaşlığa dönüşebilmeli kanımca.. Bazen çocuklar gibi kudurabilmeli sevdicekle, bazen deliler gibi kavga edebilmeli yada çılgınlar gibi sevişmeli.. Herşeye rağmen sevmeyi bilmeli, egoları devredışı bırakıp, kendine rağmen sevebilmeli.. Saygıyı belki sevginin bile üzerinde tutabilmeli.. Dipdibe, bıcık bıcık olmadan mesafeleri yokedebilmeli.. Demesi çok kolay tabi uygulamada çufluyoruz zaten ama en azından düşünüyoruz, düşlüyoruz, kurguluyoruz ve ben böyleyim demeyip öğrenmeye çalışıyoruz.. Sevmeyi öğrenmek için emek harcıyoruz..
Tekrar yazıya dönmem gerekirse, orda herkesin birer bahçesi olduğundan bahsediyor yazar: Kimi zaman kendi bahçemizi o kadar güzelleştiriyor, ona o kadar alışıyoruz ki, bir başkasının bahçesine girmek dahi içimizden gelmiyor..Aşklarımızı kendimizinkinde ağırlayalım istiyoruz.. Kimi zamanda başkasının sahip olduğu bahçe bizi büyülüyor ve hiç düşünmeden oraya adımımızı atıyor, günlerimizi, yıllarımızı orada geçirmek istiyorduk diye devam ediyor..
Ben ise bahçesini güzelleştirmek için emek gösteren ve bahçesini seven bir insana değer verebilirim çünkü bende kendi bahçemi güzelleştirmek için elimden geleni yapıyor ve hergeçen gün onu daha da çok seviyorum. Keşke kimse kimsenin bahçesine geçiş yapmasada, bahçelerin arasındaki duvarları yıksak.. Herkes kendi tarafını istediği gibi ekmeye devam edebilse mesela.. Herkes kendi tarafını istediği gibi güzelleştirse ve günün sonunda dönüp bahçemize baktığımızda ikimizinde zenginliklerini taşıyan, o kocaman eserle gururlanabilsek.. İki bahçenin farklılıklarını yoketmeye çalışmasak, aksine onları sevsek.. Gece karanlık çöktüğünde ise hamağımıza yatıp beraberce ayı izleyebilsek..
18 Ekim 2010 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder