14 Ocak 2012 Cumartesi

Ah Kavaklar

4-5 yaşlarında küçük bir kız çocuğu, saçlarının bir tarafını kulak memesi hizasında bir tarafını çenesinde kestirmek istediğini söyleyen. Annemin canına minnet yumruk kalınlığında upuzun saçlarım var, tararken bile yoruluyordu. Götürdü kuaföre, kesildi..
-"Anne saçlarımın iki tarafı da aynı boy"
-"kızım sen görmüyorsun, iki tarafı farklı boy."
-"aaa tamam o zaman."
aradan biraz zaman geçer, kuaförden çıkıp eve geliriz.
Kırmızı kadife elbisemi giyer, kalın kıl fırça tarağımı mikrafon niyetine elime alırım..
"-Anneee anneeee..."
-"ne oldu yine Simge?"
-"Anne saçlarım aynı boy diyorum bak bu kuaför bizi kandırmış." yüzüm düşmüş, sesim titrek ağlamaklı.. Beni ikna edemeyeceğini anlayan annem de, kuaföre bok atıyor.
-"aa haklısın Simge, bu kadın bizi kandırmış, ben bi daha gidişimizde bak nasıl kızıcam ona.."
-"Anne olmadı işte yine olmadı, Yine Sejen Akşu gibi olamadım" der ağlamaya başlarım..
-"Onun gibi olman şart değil zaten Simge'ciğim, kendin olarak da onu sevebilirsin.. hadi sen şimdi geç aynanın karşısına söyle şarkısını.."

Gözlerim ıslak.. yüzümde ağlamaklı bir ifade..
Elimde fırçadan mikrafonum, gözlerimi yumar başlarım şarkıya..

-" aaahhh kaavaaklaayyy, aahh kavaaklaayy... ajıı düüüşştüüüü iişiiimmeeee..."
-"Anneee devamı nasıldı sözlerinii ezberlijeem.."

Aynanın karşısında annem söyler ben tekrar ederim.. öyle öyle ezberledim sözlerini.. biri söyle dediğinde, gözlerimi yumar içli içli söylerdim. 5 yaşında en sevdiğim şarkı..

Sezen Aksu- Kavaklar

Ah kavaklar ah kavaklar
Bedenim üşür yüreğim sızlar
Beni hoyrat bir makasla
Ah eski bir fotoğraftan oydular
Orda kaldı yanağımın yarısı
Kendini boşlukla tamamlar
Ah omuzumda bir kesik el ki
Hala, hala durmadan kanar

Ah kavaklar ah kavaklar
Acı düştü peşime
Ah kavaklar ah kavaklar
Ardımdan ıslık çalar

Ah kavaklar ah kavaklar
Acı düştü peşime
Ah kavaklar ah kavaklar
Ardımdan ıslık çalar

Ah kavaklar ah kavaklar
Bedenim üşür yüreğim sızlar
Beni hoyrat bir makasla
Ah eski bir fotoğraftan oydular
Orda kaldı yanağımın yarısı
Kendini boşlukla tamamlar
Ah omuzumda bir kesik el ki
Hala, hala durmadan kanar

Ah kavaklar ah kavaklar
Acı düştü peşime
Ah kavaklar ah kavaklar
Ardımdan ıslık çalar
Ah kavaklar ah kavaklar
Acı düştü peşime
Ah kavaklar ah kavaklar
Ardımdan ıslık çalar

9 Ocak 2012 Pazartesi

Kaçak

İnsan kendinden kaçar, insan kendine kaçak.. Bir sabah uyandım, nefes nefese. Nefes alamıyorum anne diye bağırdım içimden, dar geliyor bana bu küçük balıkçı şehri, dapdar, küpküçük. Benim yeteneklerim, benim beynim, benim hayallerim burada sıkışıyor, patlıyor, dayanamıyorum..
O gün gitmeye karar verdim. Nereye gidecektim, belki İspanya'ya.. çatısından yıldızları seyredebileceğim bir evim olacaktı. Küçük, kahverengi bir ev, gül kurusu çarşaflarım, salonda patchwork bir koltuğum, mutfağımda eski model yuvarlak hatlı bir buzdolabı.. İletişim okuyacaktım, belki yönetmen olurdum, belki reklamcı, enteresan senaryolar yazacaktım. Belki de yurtdışına gitmeme gerek kalmazdı, İstanbul'a giderdim. Kokusu başka şehrim benim.. Küçükken teyzemleri ziyarete giderdik, anneme "anne buranın kokusu ne kadar farklı değil mi, sende alıyor musun" derdim. Ben orada yaşamalıydım, çok seviyordum, bana dairdi sanki..
Aradan geçen yıllar hayallerimi bir bir gerçekleştirdi.. İstanbul'a yerleştim, İspanya'ya da tatil amaçlı gittim. Yıllardır İstanbul'da yaşıyorum ancak ne o beni büyüleyen kokudan eser var ne de ben mutluyum.
İstanbul insanların gönüllü kölelik yaptıkları, kendilerini zehirleyen, içlerini kurutan, duygularını öldüren, hergün onlara tecavüz eden..
Evet dediğim gibi İstanbul'u hiç mi hiç sevmiyorum. Farkettim ki, çocukken kendimden kaçıyormuşum. Mutsuzluğumu şehrime endekslemişim oysa mutlu olmanın ne olduğunu bilmiyormuşum. Hani sabah gözümü açsam, balkondan limanda yük boşaltan şileğleri, uçuşan martıları, ağ toplayan balıkçıları izlesem. Zaman yavaş geçiyor ya, burda zaman geçmiyor diye delirirdim, iki lokma kahvaltı etsem, iki yudum çayla.. İş güç derken haftasonu gelse.. Gazetemi alıp Tatlısu köy kahvesine kahvaltıya gitsem.. Çayıydı, kahvesiydi böreğiydi derken öğleni etsek, önümüzde balıkçı motorları, ötesi masmavi deniz, mis gibi toprak kokusu.. Önümde kediler oynasa, öyle İstanbul'daki gibi gözleri kör olmuş, yaralı bereli kediler değil, kanlı canlı, balık yemekten semirmişleri..
Tatlısu'da dedemin evi vardır, iki katlı, safran sarısı, önü bahçeli.. Küçükken hep kışları da orda oturmanın hayalini kurardım. Üniversitedeyken bir sevgilim vardı, ellerini tutunca kalbime kramplar girecek kadar aşıktım, çocukluk işte.. Onunla oraya gitmenin hayallerini kurardım, belki yaşardık da orda, neden olmasın.. Hayatta kendimi en iyi hissettiğim ev, evim.. Dedem Mimar'dır, kendi çizmiş planını. Bahçesinde üç zeytin ağacı, bir dut, bir vişne, bir nar ve koskocaman bir çam ağacı.. çam ile zeytin arasında koskocaman bir hamak. Şimdi yazları ananeciğim orda yalnız. Çocukluğumdan kalma anılarda dopdolu, yapayalnız bahçemiz..
Önünde küçücük koyu, bir tarafından kayalardan yapılmış küçücük mendirek, balıkçı kayıkları, bir tarafında altın kumlu sahil.. Denize girerdik, deniz analarını hiç sevmedim, sevemedim ama yosundan korkmamayı orda öğrendim. Üzerine üzerine dalardık yosunların, midyeli kayaların üzerinden göbeğimizi kesme pahasına geçerdik, suya dalar dakikalarca nefesimizi tutardık.. Babalar balık tutabilsin diye dipten deniz solucanı, deniz minaresi çıkarır, kayalardan eve midye toplar götürürdük, midyeli pilav yapsınlar diye.. Bahçede, midyeler ağızlarını açıncaya kadar saatlerce tüpte kaynatırdık.. sonra pilava dönüşene kadar üzerine limon sık hüplet!
Düşününce ne güzel geçmiş o düşünmek bile istemediğim, arkama bakmadan kaçtığım çocukluğum. Şimdi geri dönmek istiyorum desem, beni tekrar içine al desem.. Geç bilirim ama döndüm ben, bana da yer aç, bak kaçmıyorum artık kendimden, yüzleştim.. Artık kim olduğumu biliyorum ve ne istediğimi.. desem.. Beni tekrar kabul eder misin toprağına, bana kendim olarak mutlu olabilme şansı verir misin?

8 Ocak 2012 Pazar

Bla bla..

Uzun zamandır tek bir kelime yazamamış olmanın gerginliği ile başlıyorum cümlelerime.. Okumak için aldığım kitaplar da, kütüphanemin raflarında tozlandılar, bundan da ayrıca bahsetmek istedim. Sebebim oldun sevgili tez kardeş, sana ısınana kadar kendimle ne kadar savaştığımı bir bilsen, böyle uzadıkça uzamaz beni de yormazdın ancak 100 sayfayı bulman söylendiğinden beri beni bir karın ağrısı aldı..
Uzun lafın kısası gelecek haftasonuna istenilen düzeltmeleri yapıp, tezin son versiyonunu gönderiyorum ve yemek yerken bile içimi bir kurt gibi kemiren, son 10 günümü bana zehir eden, tekrar agresif  asabi, dizlerini hareket ettiremeyen bir insan haline getiren, bu ızdıraptan kurtuluyorum.
Yüksek lisans yapan sevgili dostlar sakın ama sakın tez yazmaya kalkmayın!

Dayanılmaz bir baş ağrısı, tutuk bir boyun ve sırt ile ben de kaldığım yerden devam edeyim ancak benden vazgeçmeyin.. Sizlere ilerleyen günlerde güzel süprizlerim olacak:)

Powered By Blogger
 
;