12 Nisan 2010 Pazartesi

Pazartesi patlasın:)



Bu sabah güne James Brown’un "I am Super Bad" adlı şarkısı ile başladım. Evden çıktım, servis beklemeye başladım, geldi ve ben bindim. Servis hareket etmeden bilgisayarımı unuttuğumu fark ettim, koşa koşa eve gittim. Bilgisayarımı aldım, servisimi aradım, yakınlardaysa taksiyle yetişmeye çalışacaktım, servis şöförüm yavaş yavaş gidiyoruz, atla bir taksiye gel dedi.. Bütün bunlar yaklaşık 8 dakika içerisinde oldu ve ben taksiye bindim, totalde 12 dakika sonra servisi aradığımda Kadıköy’den Maltepe’ye ulaşmışlardı. E5’te bu sabah trafiğinde Acıbadem köprüsünden 12 dakika içerisinde yavaş yavaş gidip Maltepe’ye ulaşan servis şöförüme Frank Sinatra’dan “ Can’t take my eyes of you” yu göndermek istiyorum..



Herneyse geldim oturdum masama, bu muhteşem Pazartesi sabahını mailboxımında çalışmaması bahanesi ile yazarak geçirmeye karar verdim. Çoğumuzun aklından dönem dönem, bazılarımızın aklından her zaman geçer, yine bir Pazartesi ve yapılacak onca şey varken burada ne işim var, bu mail atan insanlar kim yada bu telefonlar ne demeye çalıyor.. Birazcık sussunlar ve ben en azından güneşli bir güne başlamanın tadına varabiliyim ancak sevgili dostlar o telefonlar hiç susmaz, bu mailbox bozulsa bile birkaç saat içerisinde mitoz bölünmeyle çoğalmış gibi maillerle dolar ve dalarsınız işlere..



Öğle yemeğine 15 dakika kala kaldırırsınız kafanızı alelacele yemeğinizi yer, dönersiniz masanızın başına ve işte PART II başlar.. 16:30 gibi tekrar kaldırırsınız başınızı içine gömüldüğünüz bilgisayarınızdan ve yine aynı hisle dolar içiniz.. Neden, benim burada ne işim var?



“Benim burada ne işim var?” sorusuna şekil olarak benzemeyen ama genetik olarak bağlı olduğu bir çift yumurta ikizi vardır oda “Burada olmasaydım nerede olabilirdim?”. İşte esas soru budur, ben bu sorunun cevabını arıyorum. Bulduğum zaman eminim ki sizlere içimdeki bütün enerji, mutluluk ve heyecanla “GÜNAYDIN” diye haykıracağım..



Herkese bol şans, sabır ve iyi çalışmalar

Not: Gökhan beni yazma konusunda o kadar cesaretlendirdin, şimdi bütün yazdıklarımı okuyup bana rapor vermek durumundasın:) hihi

yersiz yurtsuz erkekler, dertsiz dinsiz erkekler, suçsuz arabik erkekler için, dünden oryantel çal

Eminim ki herkes çok iyi hatırlıyor şarkının gerçek sözlerini, hatırlamayanlar için ben aşağıda yazıyor olacağım tabi bu yazıda parçada belirtilen fahişe kelimesi yerine erkekler diyor olacağım, yazının amacına yönelik olarak.. Bu yazının kastı katiyen tüm erkekler değildir..

Kimileri ıssız adam dedi, kimileri çakal kurt, hatta bazıları köpek der bu cinslere, bohemcesi çapkındır, gençlerin arasında piç denir ancak hepsi aşağı yukarı aynı anlamlara gelir. Hadi bakalım çok sevgili bu tabirlere uyan erkek arkadaşlar birde kendinizi bir kadın gözüyle okuyun, bakalım neye benziyorsunuz..

Genelde İstanbul'da karşılaştım bu cinslerle, hani Eskişehir'de de vardı da bilinirdi o erkekler buyüzden fazla yaklaşılmaz yahut sadece kanka muhabbeti çekilir grup halinde görüşülürdü.. E İstanbul'da işler biraz farklı tabi, girdiğin herhangi bir ortamda rahatlıkla rastlayabilirsin, sahne önünde, sahne üstünde, barda yada desklerde konumlandırırlar kendilerini.. Eğlenmek için girdiğin bir ortamda üç kere sağına soluna bakınca bakışlarınız mutlaka bi denk gelir.. Sana o yawşak ama bi o kadar da cool bakışını atıverir aniden ve başını çevirir.. İşte bu tam anlamıyla oltanın ucuna bağladığı yemdir.. Kokusunu alırsın, peşine düşersin ve oyun başlar.. Bir şekilde tanışılması çok kolaydır, iki kere etrafında dönüp "MErhaba" demen ertesi günde Facebook'tan eklemen yeterlidir. Hele de yüzüne bakılır güzellikte bi hatunsan bayılır çünkü Facebook onun koleksiyonunu sergileme yeridir aslında.. Para parayı çeker misali, kadın da kadını çeker:)

Şimdi bu erkeklerin biraz derinliklerine inelim ve birazda geçmişlerine gidelim... Bu tarz erkekler öyle iyi aile çocukları değildir, ya ailevi bozukluklar, baskılar veya çarpıklıklar misal dayak şiddet..vs ile büyümüşlerdir yada normal bir şekilde ergenliklerini tamamladıktan sonra mutlaka bir kadının gazabına uğramışlardır.. Uzun süreli bir ilişki sonucunda sevgilileri kankaları ile yeni bir ilişkiye başlamış olabilir yada kendilerini aldatmış ve hatta yataktaki başarısızlıkları yüzlerine vurulmuş olabilir.. İşte bu bir erkeğin en ince noktasıdır.. ERkek kendini kanıtlama, varolma, cinselliğini yeniden keşfetme ve tabiri caizse kadınların a.q...biiiiiiiiiiiiiiipppppppp... çabasının içine giriverir.. Bu süreç içerisinde görüntüsünü düzeltir, spora başlar, kas yapar..vsvs işte bu nedenle kadınlara tavsiyem azıcık göbekli yada zayıf erkekleri tercih etmeleri çünkü kaslı ve bizim tabirimizle "taş" olan adamlar ya geydir yada fahişe:) Ne diyoruz dış görünüş hiçbirşeydir, iç güzellik herşey;)

Neyse erkeğin içindeki çirkinliği, hayvanlığı keşfi ve kendini kanıtlama savaşında kalmıştık.. Erkek bu uğurda türlü türlü saçmalıklar yapabilir, misal kendinden büyük kadınlarla yatar, kendinden çok küçüklerle yatar, tek gecelik ilişkiler yaşar, duygulardan tamamen arınmış pornografik kareler çeker.. genellikle bu süreç 20-30 yaş arası yaşanır.. Bu dönemde türlü türlü sapkınlıklar yapabilirler, hani 30 lu yaşlara yaklaştıkça yawaş yawaş tek gecelik ilişkilerden uzun dönemli sorumsuz, sorunsuz ilişkilere geçerler..Large böyle yine istedikleri gibi takıldıkları ancak evde bir ses yatakta alışılmış bir nefeste olsa fena olmaz gibi gibi senaryoları oynamaya başlarlar..

Zaman böyle akıp giderken, o inanmadıkları kadınlardan hınçlarını çıkarmaya, öclerini almaya çalışırken aslında kendilerini tükettiklerinin farkında olmazlar uzuuuunnca bir süre.. Porno filmlerindeki gibi sevişmeye alıştıklarından bir kadına nasıl dokunulması gerektiğini, bir kadını nasıl sevebileceklerini unutmaya başlarlar..

Yaş ilerledikçe, hani 30 u geçtiler diyelim.. Bu bilgisizlikleri içlerinde dayanılmaz bir hafiflik duygusu yaratır.. NAsıl mı? Sevebilecekleri bir kadına rastladıklarında bunu görmelerini engelleyen at gözlükleri takmışlardır, dolayısı ile  pek çok fırsatı kaçırırlar.. İçlerinden kazara birini yakaladıkları zaman hafızalarında sapkınlık dönemlerinden kalma o kadar çok kare vardır ki, kadına her bakışlarında, her dokunuşlarında akılları karışır, kendilerinden iğrenir ve kadına da bunu hissettirirler.. Sonuç olarak kadını da bilincini karmakarışık yapan boktan bir ilişkinin içerisine sürüklerler..

Gelmeyelim bu oyunlara, kanmayalım bu ayaklara sevgili hemcinslerim.. Bu heriflerin götlerini de kaldırıp kendilerini "Eros" sanmalarına yardımcı olmayalım lütfen!!!

Uzun lafın kısası, bu tarz adamlar 1 km uzaktan çok açık ve net bir şekilde belli olurlar.. Her ne kadar güzel parfümlerde sıkmış olsalar, bok kokarlar ve sevgili hemcinslerin, bilirim sizin içinizdeki merak ile boka çomak sokma isteğinizi, hani boncuk bulmaya çalışma dürtünüzü ama gerek yok!! Hem bokun içerisinde boncuk bulsanız ne işinize yarayacak eninde sonunda elinize bulaşacak! Gelmeyelim bu oyunlara, yutmayalım bu bozulmuş zokaları:)

Unutmayın ki etrafta biraz göbekli, saçı sakalı birbirine karışmış, kıyafetleri pek uyumlu olmayan ancak hala içinde insanlık barındıran bir sürü erkek var.. Ne var ki bokun içinde boncuk arayacağınıza, ambalajı pek iyi tasarlamamış çikolatalardan yemeyi tercih etmelisiniz ve son olarak çikolata candır, seratonin salgılatır, mutluluk verir;)

Sevgiyle kalın:)

Not: Bakın fotoya, biraz daha gelişirlerse bu hale gelebilirler.. Beyin yerine kas yığınları :) bu mudur istediğiniz hanımlar??

ben arabik erkeğim

iyi öpüşür dans ederim
suda yaprak, içki masasında mezeyim
anam babam bulmasın beni
bilinmesin bedenin dili
ben oryantal erkeğim
aklın değil etin peşindeyim
yersiz yurtsuz erkek
dertsiz dilsiz erkek
suçsuz arabik erkek için dünden oryantal çal
ben arabik erkeğim
ıslağım suyum terim
istenince gider, bırakınca gelirim
ruhum tibetli rahip
kentin loş caddelerinde
kalbim kuduz bir köpek pasteurün dizlerinde
yersiz yurtsuz erkek
dertsiz dilsiz erkek
suçsuz arabik erkek için dünden oryantal çal

5 Nisan 2010 Pazartesi

inşa etmek yada toprağı ekmek

Yazarı bilinmeyen Töre metinlerinden birine göre, her insan yaşamda iki yoldan birini seçebilir: inşa etmek ya da toprağı ekmek. İnşa etmeyi seçenlerin işi yıllarca sürebilir, ama günün birinde yaptıkları inşaat biter. O zaman kendilerini  kendi ördükleri duvarların içine hapsettiklerini görürler. İnşaat durunca yaşam anlamını yitirir.
Diğerleri ise toprağı ekerler. Fırtınalara, mevsimlerin getirdiği bütün çetin koşullara göğüs gererler ve hemen hemen hiç dinlenmezler. Ama yapının tersine, bahçenin gelişip büyümesi hiç bitmez. Bahçe, bahçıvanın sürekli ilgisini, dikkatini, bakımını gerektirirken bir yandan da yaşamını büyük bir serüvene dönüştürür.
Bahçıvanlar her zaman birbirlerini tanırlar; çünkü her bitkinin tarihçesinde bütün Dünya'nın gelişiminin yattığını bilirler..
                           Paulo Coelho 'nun Brida adlı kitabından alıntıdır.

Bugün otobüste Paulo Coelho'nun Brida isimli kitabını okumaya başladım ve birkaç sayfa sonra yukarıdaki yazı takıldı gözüme.
Hayat ne kadar enteresan, bazen yıllarca çırpınyorsunuz sorularınızın cevaplarını bulabilmek adına, kendinizi yoldan yola, insandan insana, alkolden uyuşturucuya vuruyorsunuz.. Ancak hiçbiri o aklınızda, kalbinizde büyüyen sıkıntının cevabını vermiyor size. Tam bıraktım kendimi hayatın akıntısına, hadi bakalım vursun beni kıyılarına derken, bir anda bambaşka bir amaçla girdiğiniz bir kitapçıda gözünüze çarpan bir kitabı alıp, kitabı aldığınız için biten paranız yüzünden her zaman seçtiğiniz sarı dolmuşla değilde otobüsle eve dönmek zorunda kalıp yol uzadığında, sıkıntıdan karıştırdığınız kitabın 14. sayfasında kendinizi bulabiliyorsunuz..
Hayat değilde bu kurulu düzen, bu ayak uydurmaya çalıştığımız sistem bizleri inşa ettiğimiz duvarların ardına hapsederken, bilmediğim anlamlandıramadığım bir çırpınış ve bir boğulmuşluk hissiyle karşı gelmeye çalışıyorum bu duruma ve aniden farkediyorum ki, ben aslında toprağı ekmek için yaratılmışım..
Bu güne kadar o yada bu biçimde, şu yada bu nedenle inşa etmeye çalıştığım duvarlar henüz dizlerime bile gelmeden isyan bayraklarını çektim, duvarları yıkılsın diye tekmelemeye başladım.. Şuursuzca çırpınışlarım, arayışlarım beni uyum sağlamak adına ördüğüm duvarları yıkmaya çalışmanın bir adım ötesine götüremedi.
Bundan yaklaşık 6 ay önce karar verdim ki, kendime karşı kapadığım gözlerimi açıp, iç dünyamı, isteklerimi, beğenilerimi tanımalı ve hayatımın geri kalanını mecburiyetlerimle ve mecburen taktığım maskelerimle değil kendimle yaşamayı öğrenmeliyim.
Hayat aslında anlamlandıramadığımız ama her durumdan farklı dersler çıkardığımız bir serüven. Bende hayata tutkun bir maceracı olarak, kesinlikle bahçivan olmalıyım.. Hayat benim tarlam ve sürekli farklı farklı çiçekler ekmeli, ağaçlar dikmeliyim. Toprağa düşen tohumlarla yeni çiçekler çıkarmalı, büyümeli ekinlerim, genişlemeli tarlam..
Bazen yabani otlar bitmeli, bazen böcekler sarmalı ama ben bıkmadan usanmadan savaşmalıyım güzelliğini korumak için tarlamın.. Kuşlara, belki akreplere yada uğur böceklerine yuva olmalı... Rengarek, desen desen bir hayat yaratmalıyım kendime.. Acılarıyla güçlenmeli, bitişleriyle büyümeliyim.. Aşkla cesaretlenmeli, sevmekle çoğalmalıyım.. Yağmurlarla arınmalı, güneşle ısınmalı yüreğim..
Kokusu geldi şimdi burnuma, yağmurdan sonra gelen mis gibi toprak kokusu..

Belki de Ayvalık'ta yeni bir başlangıç..

1 Nisan 2010 Perşembe

siyah-beyaz

Bazen bir gücün beni o üzerinde yattığım simsiyah yatağa bastırdığını ve içimdeki bu göz alıcı parlaklıktaki bembeyaz duvarlara, iyiliğim için hapsettiğini düşünüyorum.

Sürekli mantıklı olan şeyleri yapmaktan, yapmaya çalışmaktan çok yoruldum.. Hayat bu kadar hata fırtınaları estirirken, karşısında dimdik doğru durmaya çalışmak çok zor..

Gövdeme vuran onca kum tanesi ve tuzlu su bedenimi aşındırırken, yetmezmiş gibi çıkan fırtına köklerimi sızlatmaya başladı..

Kabuk değiştirme zamanı mı geldi yoksa hayat bana bir seviye yukarıya atlamam için pek hoş olmayan ancak öğretisi bir o kadar büyük olacak bir süpriz mi hazırlıyor..

Korkmuyorum, neden korkacağım hayattan mı?? Ama bu sessizlik beni ürkütüyor..

Bir yanımda simsiyah bir bıçak, diğerinde ise bembeyaz... Bu güne kadar ne zaman siyah bıçağı saplamak için havaya kaldırsam, ellerim titredi, kalbim üşüdü yapamadım.. ama siyah bıçağı bi kere eline aldığında bırakmanın mutlaka bir bedeli vardır..

siyah bıçağa dokunduğun anda ellerine zamk gibi yapışır, ya birine saplarsın, zehrini akıtırsın yada zehri ellerine yapışır tenini parçalar.. Acı çekersin..

Beyaz bıçak, sevgilidir, dosttur, huzurludur ve sakin.. Kimseyi üzmez kırmaz öylece kendiliğinden kesmesi gereken ipleri bulur ve keser.. Ama ağırdır beyaz bıçak, siyah bıçağın dayanılmaz hafifliğine inat çok ağır.

Beyaz bıçak, seni gerçeklere yaklaştırır, yalanlardan korur.. Görünmez yapar, biraz daha silikleştirir, hayatın o zehirli kesiklerinden korur seni..Savaş meydanında yel değirmenleriyle çarpışır düşmanlar, bulamazlar seni...

Beyaz bıçağın sonu zahiri bir yalnızlık, kutsal bir adanmışlık.. Siyah bıçağın ki ise geçici sevgiler, kumdan kaleler..

Peki insan hangisini seçer?

Belki de...

Powered By Blogger
 
;